İZMİR SUİKASTİ İZMİR SUKASTİ ÖNCESİ TÜRKİYE Kurtuluş Savaşı kazanılmış, düşmanlar denize dökülmüştü. Arkasından da yeni bir devlet kuruldu; Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu bir rejim değişikliği idi… Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanıyla eski toplumsal düzenin tümüyle ortadan kaldırılacağının anlaşılması üzerine Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı yoğun direnme başlamıştı. Direnmelerin odağı genellikle dinci ve saltanat yanlısı çevrelerdi. Ayrıca, Mustafa Kemal ile bazı eski mücadele arkadaşları arasında da görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı. Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Paşa, Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Dr. Adnan (Adıvar) gibi kişiler cumhuriyetin ilanına ve halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkmaktaydılar. Eski İttihatçılar ile saltanat ve halifelik yanlıları tarafından desteklenen bu kişiler sonunda Mustafa Kemal’in çevresinden koparak onun karşısında yer aldılar. Rauf Bey ve arkadaşları Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa ederek 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Bu yeni partiye sahip çıkan çevreler cumhuriyete karşı şiddetli bir kampanyaya giriştiler. Bu gergin hava sürerken 13 Şubat 1925’te Şeyh Said doğuda bir ayaklanma başlattı. Hükümet, cumhuriyete yönelen bu eylemin üzerine sert ve kararlı bir biçimde yürüdü. Bazı yerlerde seferberlik kararı alınırken bir yandan da Takrir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Düzenlik Sağlama Yasası) çıkarılarak İstiklal Mahkemeleri işlemeye başladı. Ayaklanmanın nisan sonunda bastırılmasından sonra hükümet Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan aldığı yetkiyle cumhuriyete karşı çıkan, İstanbul’daki saltanat ve halifelik yanlısı bazı gazete ve dergileri kapattı. Ardından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ülkede dinsel gericiliği körüklediği gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı. 14 Haziran 1926’da cumhuriyet karşıtı güçlerin İzmir’de Mustafa Kemal’e yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Suikastı planlayanlar yakalandı ve yargılanma sonunda suçlu görülen 15 kişi asıldı. Cumhuriyet rejimi kolay kurulmadı, devrimler kolay yapılmadı. Çıkarları sarsılan bir çok kişi ve gruplar oldu. Belki sayıları azdı ama sesleri yüksekti. Bu nedenle onların tepkileri, halkın tepkileriymiş gibi gösterilmek istendi. Bu kişi ve grupların devrimlere ve cumhuriyete olan kasıtları elbette düşman ülkelerin de işlerine gelmekteydi. Bugün de olduğu gibi o zaman da yabancı bir çok devlet ve çıkar grupları, çıkan her olaydan kendilerine bir menfaat sağlamaya çalışıyor ve çıkarlarına yönelik hareketleri destekliyorlardı. Zaten bu yüzden sayıları az olmasına karşın sesleri halktan çok çıkıyordu. Mustafa Kemal bu durumun farkındaydı. Çıkan her olayda, devrim karşıtı birkaç kişiyle değil yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olan bir dünya ile savaştığının bilincindeydi. Bu nedenle aldığı bir çok karar sert hatta bazen acımasızdı. Çünkü düşmanları da acımasızdı. Bu acımasızlığın en açık örneği ise İzmir Suikasti’ydi. SUİKASTE DOĞRU 1925-1926 yılı çok hareketli geçmiştir. Daha senenin ilk ayında, 13 ocak 1925’te Milli Mücadele Komutanlarından, atılgan, hırçın bir zat olan Halit Paşa, Büyük Millet Meclisi koridorunda öldürülmüştür.Meclis ve hatta memleket henüz bu olayın etkisi, söylentileri içindedir. Derken şubatta Doğu isyanı başlar. Şubat ve onu izleyen aylar ağır bir hava içinde geçer. Hatta memleketin bir kısmında seferberlik ilan edilmiştir. İstiklâl Mahkemeleri, yargılar, hükümler, ölüm cezaları ne de olsa memleketin havasını sertleştirir. Sonra inkılaplar gelişmektedir. Tekkeler kapatılır, şapka kanunu dalgalar yaratır. Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Tek parti sistemi ise pekiştirilmiştir. Ama aydınlar arasında da tedirginlikler vardır. Daha başka kararlar da alınmıştır. Eski takvim değişmiştir. Saat ayarı ve gün başlangıcı değişmiştir. Türk kadını ilk defa balolarda görünmüştür. Memleket, irtica dalgaları, inkılap dalgaları, hareketler, hamleler, yabancı şirketlerin millileştirilmesi şeklinde uluslar arası yankı yapan işler içinde çalkalanmaktadır. 1926 bu hava içinde başlar. 1926’nın ilk aylarında İsviçre Medeni Kanununun Türk Medeni kanunu olarak, İtalya Ceza Kanununun Türk Ceza Kanunu olarak kabulüne, Batı prensiplerinden ilham alınarak girişilmiştir. Bu sırada ülkede ekonomik sıkıntı da mevcuttu. Türk milleti, on iki seneden fazla devam eden savaşlardan çok bitkin ve perişan çıkmıştı. Barış zamanında, bu kadar çalışması insan gücünü aşan bir olağanüstülüktü. Bundan manevi bir