Etiket: tarih

  • reform ve rönesans

    RÖNESANS

    TANIMI:16.yy.da Avrupa’da EDEBİYATTA,GÜZEL SANATLARDA,BİLİMDE ve DÜŞÜNCEDE meydana gelen değişiklikler ve ilerlemelerdir.
    NEDENLERİ:
    1)Matbaanın icadı (Jan Gutenberg/1450) ve kağıdın bollaşması ile çok sayıda kitabın basılması ,bu nedenle bilgi ve düşüncelerin hızla yayılması,
    2)ANTİKÇAĞ (İLKÇAĞ’DA ) kültürünün incelenmesi.İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya giden ve unutulmuş olan Yunanca’yı iyi bilen Bizans bilginlerinin bu eserleri çözmesi etkilidir.
    3) Avrupa’da,Coğrafi keşiflerle zenginleşen ve sanattan hoşlanan MESEN’LERİN (KORUYUCU),Rönesans’a destek vermesi,
    4)Dogmatik (skolastik) düşüncenin yerini,özgür düşünmenin alması.

    RÖNESANS NİÇİN ÖNCE İTALYA’DA BAŞLADI?
    1) Skolastik düşüncenin yıkılmasına neden olan HÜMANİZMANIN (Doğa ve insanı sevme) önce İtalya’da doğması.Bunlar ortaçağın skolastik düşüncesini yıktılar.
    2) İlkçağın mükemmel eserlerinin burada bulunması.(Antik çağın)
    3) Eski Yunan ve Roma eserlerinin incelenmesi için,İtalya’nın büyük merkezlerinde AKADEMİLER kuruldu.(Eflatun Akademisi) Bu akademilere Avrupa’nın birçok ülkesinde öğrenci getirildi.
    4) İtalya’dan birçok sanatçı çıktı ve mükemmel eserler verildi.
    5) Sanattan hoşlanan zengin sınıfın burada olması.

    RÖNESANSIN SONUÇLARI:
    1)Bugünkü çağdaş Avrupa’nın temelleri atıldı.
    2)Bilim alanında büyük gelişmeler oldu.KOPERNİK;Dünyanın diğer gezegenlerle birlikte güneş çevresinde döndüğünü ispatladı.İnsan vücudu üzerinde incelemeler yapıldı.
    3)Güzel sanatların her alanında mükemmel eserler verildi.
    4)İnsanlar üzerinde kilisenin etkisi azaldı.İnsan hak ve özgürlükleri tartışılmaya başlandı.
    5)Pozitif bilimlerde gelişmeler başladı.(Matematik,tarih,coğrafya,tıp,astronomi v.s.)
    6)Ulusal diller doğdu.

    RÖNESANS SANATÇILARI VE ESERLERİ:
    İTALYAN SANATÇILAR:
    HÜMANİSTLER: DANTE (İlahi Komedya),PETRARK,MAKYAVEL (Prens)
    RESSAM-MİMARLAR: LEONARDO DA VİNCİ: (La Jakond ), MİKELANJ: (Vatikan sarayı ve Sen Piyer kilisesi- En ünlü heykeli MUSA heykeli ve 2.Jül’ün mezarı.)
    RAFAEL: ( Vatikan sarayı ve Sen Piyer kilisesini Mikelanj’la beraber yaptı.Sen Piyer kilisesinin içindeki dini tablolar.)

    FRANSIZ SANATÇILAR:
    HÜMANİSTLER: MONTAİGNE (Montein/ En ünlü eseri DENEMELER)
    RESSAM-MİMAR : PİYER LESKO ( LUVR sarayının ön yüzünü yaptı.)

    ALMAN SANATÇILAR:
    HÜMANİSTLER: ERASMUS ( DELİLİĞE METHİYE /ÖVGÜ.)
    RESSAM : ALBERT DÜRER

    İNGİLTERE: ŞEKSPİR ( HAMLET,OTELLO,ROMEO ve JÜLİET )
    İSPANYA:CERVANTES (DON KİŞOT )
    RÖNESANSIN OSMANLILAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ:
    15.ve 16. yy.da Osmanlılar en parlak devirlerini yaşıyorlardı.Bundan dolayı,Avrupalılara çağ atlatacak olan Rönesans’la ilgilenmediler.Avrupa’da başlayan bu gelişmeler hızın her gün biraz daha arttırdı.17.yy.da batılılar,Osmanlılardan daha ileri bir konuma geldiler.Daha sonraki devirlerde aradaki fark iyice açıldı.Osmanlıların arayı kapatmak için yaptıkları ISLAHAT HAREKETLERİ köklü bir değişiklik getirmedi.Beş yüz yıllık gecikme hatasına düşüldü.
    Ülkemizdeki gerçek Batılılaşma,ATATÜRK DEVRİMLERİ ile başladı.

    REFORM
    TANIMI: Rönesans’a paralel olarak 16.yy.da Hrıstiyanlığın KATOLİK MEZHEBİNDE değişiklikler ve düzeltmelere denir.
    NEDENLERİ:
    1)Katolik kilisesinin Hrıstiyanlığın gereklerine uymayıp,halkı kandırması.
    2)İncil’in her ülkenin kendi diline (ulusal dil) çevrilip,herkesin doğruları öğrenmesi.
    3)Rönesans’ın etkisi ile ortaya çıkan Hümanistlerin kiliseyi ve din adamlarını eleştirmeleri.
    4)Yoksul halkın, lüks içinde yaşayan din adamlarına tepkisi.
    5)Rönesans’la doğan ÖZGÜR DÜŞÜNCE ortamının etkisi.

    ALMANYA’DA REFORM:
    MARTİN LUTHER’İN İncil’i ilk önce Almanca’ya çevirisi ile Reform,Almanya’da başladı.
    Martin Luther,Papa’nın uygulamalarına karşı çıktı.”Tanrı ile kul arasına kimsenin girmesinin doğru olmadığını ,kulların günahlarını ancak Tanrı’nın bağışlayabileceğini “ söyleyerek ENDÜLJANS’ a karşı çıktı.Luther’den yana olanlara PROTESTAN dendi.Luther’in başlattığı bu hareket diğer Avrupa ülkelerine yayıldı. Farklı mezhepler ortaya çıktı.

    SONUÇLARI:
    1) Avrupa’da mezhep birliği bozuldu.PROTESTANLIK,ANGLİKANİZM,KALVENİZM gibi yeni yeni mezhepler ortaya çıktı. 2) 2)Avrupa’da yıllarca süren MEZHEP SAVAŞLARI ortaya çıktı.Bu savaşlar ancak ŞARLKEN’İN,Protestanlara özgürlük verdiği OGSBURG BARIŞI (1555) ile
    sona erdi.
    3) Papa’lara olan güven azaldı.
    4) Avrupa’nın birçok yerinde EĞİTİM ve ÖĞRETİM kilisenin etkisinden kurtuldu.LAİKLEŞTİ.
    5) Katolik kilisesinden ayrılan ülkelerde kilisenin mallarına el kondu.

    ÖLÇME DEĞERLENDİRME:
    1)Rönesans ve Reform nedir? Tanımlayınız.
    2)Rönesans ve Reform’un başlamasında matbaa ve kağıdın rolü ne olmuştur?
    3)Rönesans niçin önce İtalya’da başlamıştır?
    4)İstanbul’un fethinden sonra ,İtalya’ya giden Bizans bilginlerinin Rönesans’ın başlamasınadki rolü ne olmuştur?
    5)Mesen ,Endüljans nedir?
    6)Antikçağ kültürünün Rönesans’ın başlamasına etkisi nedir?
    7)Rönesans’ın sonuçları nelerdir?
    8)Reform’un sonuçları nelerdir?
    9)Reform,niçin önce Almanya’da başlamıştır?
    10)Rönesans sanatçılarında olan,DANTE, MONTEİN,MİKELANJ,CERVANTES,LEONARDO DA VİNCİ,RAFAEL,ŞEKSPİR, ERASMUS gibi sanatçılar hangi millettendirler? En ünlü eserlerini yazınız.

  • aztekler

    15. yüzyıl ile 16. yüzyıl başlarında, bugünkü Meksika’nın orta ve güney kesimlerinde büyük bir imparatorluk kurmuş halk. Nabuva dili konuşan Azteklerin adı, atalarının bir olasılıkla Kuzey Meksika’da bulunan anayurdu için kullanılan Aztan’dan (Beyaz Ülke) gelir. Öteki adlarından “Tenoçka”, ataları Tenoch’tan kaynaklanır. Gene Aztekler için kullanılan “Meksika” adı, Texcoco Gölünün mistik adı Metzliapan (Ay Gölü) ile ilişkilendirilir. En büyük kentleri Tenochtitlan’ın adı “Tenoch”tan türetilmiş, “Meksika” ise önce kentin ve çevresindeki vadinin, sonradan da tüm ülkenin adı olmuştur. Azteklerin kendilerinden söz ederken kullandığı “KulhuaMeksika” adı ise, Meksika Vadisinin en gelişmiş merkezi olan Colhuacan ile özdeşleşmek çabasını yansıtır. Azteklerin kökeni kesin olarak bilinmemektedir. Ama bazı gelenekleri, 12. yüzyılda Orta Amerika’ya gelene değin, daha kuzeydeki Meksika Platosunda avcılık ve toplayıcılıkla geçinen bir kabile oldukları izlenimini verir. Gene de, Aztlan, yalnızca destanlarda doğmuş bir yer olabilir. Azteklerin güneye göçünün, Toltek uygarlığının çöküşünü izleyen ve belki de bu çöküşü hızlandıran genel bir göç hareketinin parçası olduğu sanılır. Texcoco Gölündeki adalara yerleşen Aztekler, tarihleri boyunca başlıca merkezleri olan Tenochtitlan’ı IS 1325’te kurdular. Büyük bir devlet ve sonunda bir imparatorluk kurabilmelerinin temelinde, kullanılabilir tüm toprakların entansif biçimde ekildiği, gelişkin bir sulama ve bataklık kurutma sistemine dayalı olağanüstü tarım düzenleri yatar. Bu yöntemlerle sağlanan yüksek verimlilik, zengin ve kalabalık bir ülkenin doğmasını sağlamıştır. Tenochtitlan, Itzcoatl döneminde (1428-40) komşu Texcoco ve Tlacopan devletleri ile ittifak kurarak Orta Meksika’da egemen güç durumuna geldi. Daha sonra hem ticari ilişkiler, hem de fetihler yoluyla, 400-500 küçük devletten oluşan, 5-6 milyonluk nüfusuyla 1519’da 207.200 km2’lik alana yayılan bir imparatorluğun merkezi oldu. Kent, en gelişkin döneminde, 13 km2’yi aşkın bir alanda 140 binden çok insan barındırıyordu; dolayısıyla Orta Amerika uygarlıklarının tarihinde en yoğun nüfuslu yerleşim yeriydi. Aztek devleti, askerlerin egemenliğindeki bir despotluktu. Kastlara ve sınıflara bölünmüş ama dikey akışkanlığını da koruyan Aztek toplumunda yükselmenin en güvenli yolu savaşta kahramanlık göstermekti. Devlet işlerini rahipler ve bürokratlar yürütürdü. Toplumun alt katmanlarında, serfler, sözleşmeli hizmetkarlar ve köleler yer alırdı. Aztek dini, birçok Orta Amerika kültüründen değişik unsurları özümsemiş, çeşitli inanç sistemlerinden karşıt öğeleri bir araya getirmişti. Önceki halkların birçok kozmolojik inancını paylaşan bu din, özellikle evrenin bir dizi yaradılışın sonuncusu olduğu ve 13 gök katı ile 9 yeraltı dünyası arasında bulunduğu yolundaki Maya inancını benimsemişti. Azteklerin başlıca tanrıları, Savaş ve Güneş Tanrısı Huitzilopochtli, Yağmur Tannsı Tlaloc ve yarı tanrı-yarı kahraman Tüylü Yılan Quetzalcoatl idi. Insan kurban etme töreninde, kurbanın yüreği Güneş Tanrısı’na sunulurdu. Kan akıtma töreni de yaygındı. Dinle yakından ilişkili Aztek Takvimi, rahiplerin uğraşı olan kapsamlı bir ayinler ve törenler döngüsünün temeliydi. Orta Amerika’nın büyük bölümünde kullanılan bu takvim, 365 günlük (20’şer günlük 18 ay, artı 5 uğursuz gün) bir güneş takvimi ile 260 günlük (20’şer günlük 13 devre) bir dinsel yıldan oluşuyordu. Birbirine koşut giden bu iki yıl döngüsü, 52 yıllık daha büyük bir döngünün parçasıydı. Yöreye 1519’da gelen Ispanyol kaşifler bu uygarlığın gelişmesine son verdiğinde Aztek Imparatorluğu’nun genişlemesi ve toplumsal evrimi henüz durmuş değildi. Son Imparator Il. Montezuma (hd 1502-20), Hernan Cortas tarafından tutsak, alındı ve hapiste öldü. Imparatorluk, üstün silahlarla donanmış Avrupalılarca hızla fethedildi. Azteklerin Batı dünyasında Codic olarak bilinen ve geyik derisi ya da sabırotu liflerinden yapılmış kağıtlara yazılmış kutsal metinleri ve elişleri, tapınaklarda korunurdu

  • inka imparatorluğu

    Amerika’da Kolombiya’nın güney kesiminde Şilideriz Mavle’ye kadar, doğuya doğru ise Amazon ormanına kadar uzanan ve doruk noktasına XV. yy’da ulaşan Kolomb öncesi imparatorluk. Cusca-Kutsal İnka Vadisi 3310m yükseklikte And Dağları arasında yer alan İnka İmparatorluğunun başkenti Cusca’nın M.Ö. 1100 senesinde kurulduğu söylenmektedir. Ovcehva dilinde Cusca göbek bağı anlamına gelmektedir. Çünkü İnkaların yaptıkları her yol Cusca’ya çıkmaktadır. Geneşinoğlu altın saçlı Manco Copac’ın günün birinde okyanusların ötesinden çıkıp geleceğine inanan İnkalar, tanrı sandıkları İspanyollara her şeylerinihiçbir mücadele göstermeden vermişlerdir. (1532) Tarih: İspanyol kronik yazılarına göre kavimler kudretli Tahvantinsuyu İmparatorluğu’na bağlı olduklarını söylüyorlardı. Efsaneye göre bu imparatorluk dört kardeşin karılarıyla birlikte Pacari-Tampu’daki dört mağarayı terk etmelerinden sonra kuruldu. Bunlardan biri, Ayar Manco, karısı Mama Ocllo’yla Cuzco vadisine geldi ve buraya yerleşerek kendi uygarlığını kurmaya girişti. İnkalara göre Ayar Manco ya da Manco Capac inka hanedanının on iki ya da on üç hükümdarının ilkiydi. Ayar Manco’nun XII. Yy’a doğru hüküm sürdüğü sanılır. Bu efsanede İnkalar’ın vadide yaşayan kavimler arasında giriştiği uygarlık kurma çalışmaları yüceltilir. Bununla birlikte, arkeolojik kazılar, And dağlarındaki mağaralarda İ.Ö. 1000’e doğru avcı toplayıcılarının yaşadığı ve tarımın ilk izlerinin İ.Ö. 4000 yılında görüldüğünü (Oysa mısır üretimi İ.Ö. 1800’e doğru başlamıştır.) ortaya koydu. i.Ö. 1500’e doğru Chavin gibi ileri uygarlıklar Kuzey Andlar’da varlığını sürdürüyordu; daha sonraları İsa’dan birkaç yüzyıl önce kıyı bölgelerinde bir çok savaşçı devlet gelişti. (Paracas, Nazca, Vicus, Moşikalar vb.) Huari egemenliğinden sonra, birkaç kavim arasından sıyrılan İnka kavmi, yavaş yavaş egemenliğini genişletti ve yedinci hükümdarları Yahuar Huacac zamanında, tüm vadiyi denetim altına aldı. Sekizinci hükümdar Viracocha döneminde, Chancalar krallığı tehdit ettilerse de, Viracocha’nın oğlı İnka Yupangui’ye yenildiler; bunun üzerine Yupangui, Pachaqcutec (“dünyanın iyileştiricisi”) devlet yönetimini ele geçirdi. İmparatorluğun böylece başlayan yayılması 1471’den sonra Yupangui’nin oğlu Tupac Yupangui tarafından sürdürüldü. Tupac’ın orduları kuzeyde Quiyo’ya dek ilerledi, güneyde bugünkü kuzey-batı Arjantin ve Kuzey Şili toprakları ile Bolivya’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi. Huayna Vapac topraklar fethetti; ancak, ölümünden sonra 1527’ye doğru oğulları Atahualpa ve Huascar arasında patlak veren iç savaş, İspanyol Conguistador Pizarro’nun zaferini kolaylaştırdı. İspanyollara esir düşen Atahualpa 1533’te öldürüldü. Yerine geçen kukla hükümdar Manco İnka’da 1537’de öldü. Gerilla hareketi, kral temsilcisi Francisco de Tolede zamanında (1569 – 1581) bastırıldı. Din: İnkalar, güneşe taparlardı. Bütün imparatorlar, güneş tanrısı İnti’nin çocuklarıydı ve bu yüzden imparatorların bu soydan geldiğine inanılırdı. Güneş tanrısı İnti’nin kültürünü tüm imparatorluğa kabul ettirmiş olmalarına karşın İnkalar, ele geçirdikleri kavimlerin inançlarına karşı hoşgörülü davranırlardı. Bir çok tapınak ve dağların zirvelerine manastırlar inşa etmişler ve taş işlemeciliğinde ileri bir düzeye gelmişlerdir. Güneş dışında Ay’a (Killa), Şimşek’e (İllapa) vb. taparlardı. Yaşam: İnkalar mimari şehircilik ve tarım alanlarında çok ilerlemişlerdir. Dağların eteklerinde teraslama yönetimiyle tarım yapmışlardır ve halen bu yerler de patates, mısır, buğday ve fasulye üretiminde aynı sistem uygulanmaktadır. Bilimler: Yazı olmadığından, İnkalar’ın bilimsel bilgi düzeyini kestirmek zordur. Bir inka takvimi vardı, buna karşılık kronik yazarları İnkaların astronomide ulaştıkları düzey üzerine çelişkili bilgiler verirler. Mimarlık ve Şehircilik: Dağınık bölgelerde kalan görkemli ve yalın taş yapılar ya kabaca yontulmuş taş bloklarıyla ya da dış yüzleri hafifçe taşkın dikdörtgen bloklara çok düzgün (devamı yok)

  • coğrafi keşifler

    COĞRAFİ KEŞİFLER
    TANIMI: Avrupalıların çeşitli nedenlerle 15.yy sonlarında bilinmeyen ülkeleri bulmak için yaptıkları gezilere denir.
    Orta Çağın sonlarında ASYA,AVRUPA ve KUZEY AFRİKA’DA yaşayan insanlar,AMERİKA,HİNT ADALARI,ve AVUSTRALYA’YI bilmiyorlardı.Bu yerler coğrafi keşifler ile tanındı.

    COĞRAFİ KEŞİFLERİN NEDENLERİ:
    1-Avrupalıların,Hindistan’a doğrudan gidip buradaki malları el değiştirmeden ucuza almak istemeleri.(Venedikli gezgin MARKO POLO’NUN,Uzak Doğu ülkelerinin söz ederek Avrupa’da büyük yankı uyandırması)
    2-Avrupa’da yeni haritalar çizildi.Matbaalarda çoğaltılarak yaygınlaştırıldı.Bu haritaların yapımı ile Hindistan’a kolaylıkla gidilebileceği fikri yayılmaya başlandı.( Matbaanın etkisi)
    3-Pusula ile yönlerini kolaylıkla bulabileceklerini bilmeleri,
    4-Okyanuslara açılabilecek dayanıklı ve süratli gemilerin yapılması,
    5-Açık denizlere açılabilecek cesur gemicilerin yetişmesi.
    6-Fatih döneminde İstanbul ile Kırım Osmanlıların eline geçmişti.Böylece İPEK YOLUNUN denetimi Osmanlıların eline geçmişti.Bu durum da keşiflerde etkili oldu.
    NOT:Doğunun zenginliğini ele geçirme düşüncesi Haçlı Seferleri ile Coğrafi Keşiflerin ortak ve en önemli nedenidir.

    ÜMİT BURNU’NUN DOLAŞILMASI:Portekizli BARTELMİ DİYAZ 1487’de Afrika’nın güneyini dolaşarak Ümit Burnuna ulaştı.
    HİNDİSTAN DENİZ YOLU’NUN BULUNMASI:Portekizli VASKO DÖ GAMA Ümit burnu’nu dolaşarak Hindistan’daki KALİKÜT limanına ulaştı.(1498)
    NOT:Hint Deniz Yolu’nun keşfi,İpek ve Baharat Yollarının önemini kaybetmesine ve Osmanlı başta olmak üzere Türk ve Müslüman devletlerin ekonomilerini olumsuz yönde etkiledi.

    AMERİKA’NIN KEŞFİ:İSPANYA adına KRİSTOF KOLOMB 1492’de POLOS limanından ATLAS OKYANUSUNA açılarak bugünkü SAN SALVADOR adasına ulaştı.Ancak burayı Hindistan sandı.İtalyan gemici AMERİKO VESPUCİ buranın yeni bir kıta olduğunu ortaya çıkardı:1507.
    NOT:1-Amerikanın keşfiyle,buradan Avrupa’ya bol miktarda altın ve gümüş gönderildi.
    2-Avrupa’dan gelenler,topraklarını ele geçirmek,zenginlik kaynaklarına sahip olmak için yerli halk (KIZILDERİLİLER,AZTEK ve İNKA’lar,Avusturalya’da ABOROJİNLER)insanlık suçları işlemeye başladılar.
    3-Afrika’dan zencileri bu yeni kıtaya çalıştırmak üzere getirdiler.Köle ticareti başladı.

    DÜNYA’NIN DOLAŞILMASI:
    Portekizli MACELLAN,Almanya kralı ŞARLKEN’İN hizmetine girdi.Güney Amerika kıyılarını dolşarak,kendi adıyla söylenecek olan Macellan boğazını buldu.Buradan PASİFİK( büyük) OKYANUSUNA çıkarak FİLİPİN ADALARINA vardı.Burada yerlilerle yaptığı savaşta ölünce,yol arkadaşı DEL KANO geziye devam etti.Sonuçta DÜNYANIN YUVARLAK olduğu kesinlik kazandı ve ispatlanmış oldu.

    COĞRAFİ KEŞİFLERİN SONUÇLARI:
    1)Keşiflerin sonunda yeni kıtalar bulundu.değişik insan ırklarının.bitki ve hayvan türlerinin olduğu anlaşıldı
    2)Avrupa devletleri,keşfedilen yerlerde SÖMÜRGELER kurdular.Sömürgelerden Avrupa’ya ucuz hammadde ve değerli maden taşınmaya başlandı.
    3)Ticaretle uğraşan BURJUVA sınıfının ekonomik ve sosyal konumu güçlendi.Onlar soyluların topraklarını satın aldılar.Soylular eski güç ve önemlerini kaybettiler.
    4)İpek ve Baharat yolları ticareti azaldı.Bu durum Osmanlı ve Memluk gibi İslam devletlerini yanısıra VENEDİK ve İTALYAN şehir devletlerinin büyük ekonomik kayıplara uğramasına neden oldu.
    5)Avrupa’nın Akdeniz limanları önemini yitirirken,Avrupa’nın Atlas Okyanusu’na bakan liman şehirleri önem kazandı ve kısa sürede gelişti.
    6)Hrıstiyanlık,MİSYONER adı verilen GEZGİN RAHİPLER sayesinde geniş alanlara yayıldı.Fakat Avrupa’da PAPA’YA duyulan güven azaldı.Düşünce yapısında yaşanan gelişmeler sayesinde RÖNESANS ve REFORM hareketleri başladı.Ticaretle zenginleşen Avrupalı Rönesans’ı destekledi.
    NOT:Coğrafi keşifler sonunda İSPANYA,PORTEKİZ,İNGİLİZ ve FRANSIZLAR,Amerika’da KOLONİLER kurdular.
    KOLONİ:Bir devletin sınırları dışında EKONOMİK ve SİYASİ çıkar sağlamak için kurdukları SÖMÜRGE BÖLGELERİDİR.(Oraları yurt olarak görmezler)
    Bu sömürgeler(koloniler) Avrupa’nın ucuz hammadde ihtiyacını karşılamış ve Avrupa’nın PAZARI olmuşlardır.
    COĞRAFİ KEŞİFLER SONUCUNDA;AVRUPA NE KADAR ZENGİNLEŞMİŞSE,MÜSLÜMAN ve TÜRKLERDE O KADAR YOKSULLAŞMIŞTIR

    ÖLÇME-DEĞERLENDİRME
    1)Coğrafi keşifler sonunda nereleri keşfedildi?
    2)Keşiflerde yazdığı kitapla etkili olan Venedikli gezgin kimdir?
    3)Coğrafi keşiflerin başlamasında,matbaanın ve pusulanın rolü nasıl olmuştur?
    4)Coğrafi keşifler sonucunda Osmanlı ve diğer Türk,Müslüman devletler nasıl etkilendiler?
    5)Doğu’nun zenginliğini ele geçirme düşüncesi hangi olayların ortak ve en önemli nedenidir?
    6)Ümit burnunu,Hint deniz yolunu,Amerika’yı bulan dünyayı dolaşan gezginler kimlerdir,hangi milletlerdendirler?
    7)Amerikanın keşfi,Avrupa’yı nasıl etkiledi?
    8)Yeni bulunan yerlerdeki halk,coğrafi keşiflerden nasıl etkilendiler?(Bunlar kimlerdir?)
    9) Coğrafi keşifler hangi ülkeleri olumsuz etkiledi?
    10)Coğrafi keşiflerin sonuçları nelerdir?
    11)Sömürgecilik nasıl başladı?
    12)Misyonerlik nedir,nasıl başlamıştır?
    13)Coğrafi keşiflerden,Avrupalı din adamları nasıl etkilendi?
    14)Koloni nedir,hangi uluslar,niçin kurdular?
    15)Coğrafi keşifler sonucunda hangi liman şehirleri önem kazandı,hangileri kaybetti?
    16)Coğrafi keşifler sonucunda soylular niçin önemlerini kaybettiler.kimler güçlendiler?

    NOT: HAÇLI SEFERLERİ(11-13YY) SONUCUNDA;
    a)Derebeylik (feodalite) yönetimi zayıflamış,kralların siyasi gücü artmıştır,
    b)Akdeniz limanları gelişmiştir,
    c)Din adamlarına güven azalmıştır,
    d)Matbaa,kağıt,pusula gibi buluşlar Avrupa’ya taşınmıştır,
    e)İslam dünyası üzerinde Avrupalılar üstünlük kuramamışlardır.

  • kurtuluş savaşı cepheler

    CEPHELER VE MUHAREBELER
    CEPHELER
    İç Cephe – Ayaklanmalar
    Doğu Cephesi
    Trakya Cephesi
    Güney Cephesi
    El cezire Cephesi
    Pontus Cephesi
    Batı Cephesi
    MUHAREBELER
    Birinci İnönü Muhaberesi
    İkinci İnönü Muhaberesi
    Kütahya – Eskişehir Muhaberesi
    Sakarya Meydan Muhaberesi
    Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi
    DOĞU CEPHESİ
    Ermeni Devleti, Rusya’da Çarlık sisteminin yıkılıp yerine Sosyalist bir devlet kurulması üzerine 1918’de ortaya çıktı. Taşnak Partisi tarafından idare ediliyordu. Ermeniler, sınırlarımıza saldırıyor, Müslüman halka aşırı zulüm, haksızlık ve katliam yapıyordu. Bunun üzerine, TBMM Ermenilere karşı askeri harekete geçilmesine karar verdi.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi, İcra Heyeti’ne (Bakanlar Kuruluna) mütareke hükümlerine uyularak boşaltılan, “Elviye-i Selâse” (doğuda bulunan 3 ilimiz) Kars, Artvin ve Ardahan’ın tekrar geri alınması için gereğinin yapılması yolunda ayrıca yetki vermişti. Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 30 Mayıs ve 4 Haziran 1920 tarihinde Doğu’daki durum hakkında hükümete rapor verdi. Bu raporda; “Ermenilerin ilk fırsatta Erzurum’u dahi ellerine geçirmek için teşebbüslerde bulunacakları, Ermeni ordusuna karşı hâkim ve müsait bir vaziyet almanın zorunluluğu, Brest Litovsk ve Batum Antlaşması ile Türkiye’ye bırakılan Elviye-i Selâse’yi işgal etmek üzere harekete geçmenin gerekliliği” açıklanmış ve hükümetçe de bu durum uygun görülmüştü.

    Taarruz için 7 Haziran’da emir verildi. Ancak, Sovyet Dışişleri Bakanının Ermenistan, İran ve Türkiye sınırlarının belirlenmesinde, Rus Sovyet Hükümeti’nin arabuluculuğu ile meselenin siyasi yollardan halledilmesinin mümkün olduğunu bildirmesi üzerine, ordunun taarruzu geciktirilmişti.

    Bu arada Ermenilerin, Türk topraklarına ve halkına karşı tecavüzü, Oltu’yu işgal etmeleri ve Gürcülerin de 25 Temmuz’da Artvin’i almaları üzerine, 28 Eylül 1920’de ordumuz taarruza geçti. 29 Eylül’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars (15. Kolordu Kafkas Tümeni Komutanı Albay Halit Bey (Karsıalan) yönetiminde), 7 Kasım’da Gümrü geri alındı. Kesin barış antlaşması 2-3 Aralık gecesi imzalandı. Gümrü Barış Antlaşması, TBMM Hükümetinin imzaladığı ilk antlaşmaydı ve Misak-ı Milli’nin Doğu sınırlarını da kısmen belirliyordu.
    TRAKYA CEPHESİ
    Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra; Edirne-İstanbul demiryolunu kontrol etmek üzere bir Fransız alayı Trakya’ya yerleşmiş bulunuyordu. Fransız Generali Franchet D’Esperey ile Yunanistan Başbakanı Venizelos arasında imzalanan antlaşma ile Kuleliburgaz-Hadımköy hattı Yunan Ordusunun işgaline terk edilmişti.

    Bu gelişmeler karşısında, I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Eğilmez Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın 9 Ocak 1920 tarih ve 55 sayılı emrine uyarak bütün Edirne vilayetinde sıkıyönetim ve seferberlik ilan etti. Diğer taraftan Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, 31 Mart 1920’de Lüleburgaz’da yaptığı ilk kongresinde dış tecavüzler ve iç ayaklanmalar karşısında her türlü tedbir alma yetkisini kolordu komutanına ve merkez heyetine vermeyi kararlaştırdı.

    San Remo Konferansı’nda, İtilaf Devletleri Edirne ile birlikte Doğu Trakya’yı da Yunanistan’a bırakmayı kararlaştırdılar.

    9 Mayıs 1920’de Edirne’de toplanan Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, 2’nci kongresinde Edirne ve Doğu Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını kesinlikle reddetti ve ülke topraklarının savunulmasını kararlaştırdı. Bu amaçla, yerli halktan asker toplamayı ve silahlı savunma tedbirleri almayı kararlaştırdı. Ayrıca, Cemiyet programını değiştirmekle birlikte ismini de Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti haline getirerek, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubesi olmuştu.

    Sevr Antlaşması’nın imzalanmasını kolaylaştırmak, Osmanlı İmparatorluğu’na fiilen olduğu kadar hukuken de son vermek amacı ile İtilaf Devletlerinin de teşviki ile Yunan Ordusu bir taraftan Anadolu’da bir taraftan da Trakya’da harekete geçti. 20 Temmuz 1920’de başlayan Yunan Taarruzu sonunda Edirne 24 Temmuz 1920’de düştü. Sevr Antlaşmasının imzalanmasını takip eden günlerde Yunan Hükümeti kendi meclislerinden geçirdikleri bir kanunla Doğu ve Batı Trakya’yı bir genel valilik halinde Yunanistan’a kattığını ilan etti. Yunanlılar tarafından Edirne ve Doğu Trakya’nın ilhakına rağmen, Trakya’da işgale karşı silahlı mücadele devam etmiştir.

    Anadolu’da kazanılan büyük zafer ve orduların Boğazları geçerek Trakya’yı kurtarmak için harekete geçmeleri kararı karşısında, Boğazlarda bulunan İtilaf Devletleri ateşkes anlayışı içinde olmuşlardır. 15 Ekim 1922’de yürürlüğe giren Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Doğu Trakya, Yunan kuvvetleri tarafından boşaltıldı. 25 Kasım 1922’de Edirne Valiliğine tayin edilen Şakir Bey (Kesebir), Türk yönetimini yeniden kurmuştur. Lozan Konferansı sonunda, Yunanlıların Anadolu’da yakıp yıktıklarına karşılık, savaş tazimanatı olarak Karaağaç ve Bosnaköy Köprübaşlarının da Anavatana katılması kararlaştırılmıştır.
    GÜNEY CEPHESİ
    Mondros Ateşkes Antlaşması’nın, İtilaf Devletleri tarafından tek taraflı, haksız ve yanlış bir şekilde uygulanışı çerçevesinde Güney Anadolu’nun işgali, bu bölgede milli mücadele cephelerinin kurulmasına ve düşman saldırısına karşı direnmeye sebep olmuştu.

    Fransızların Adana’yı, İngilizlerin ve Fransızların beraberce Urfa, Maraş ve Antep’i işgal etmeleri halk arasında korku, nefret ve endişe oluşturmuştu. Fransızların, Ermenilerle işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini burada uygulamaları, yer yer bölgesel savunma tertiplerinin alınmasına ve milli kuvvetlerin kurulup teşkilatlanmasına etken oldu.
    I. İNÖNÜ MUHAREBESİ
    Yunanlılar, Bursa ve Uşak mıntıkalarından Eskişehir ve Afyon istikametlerinde 6 Ocak 1921’de ileri harekata geçtiler. Yunan harekatı üç koldan ilerleyerek İnönü önünde birleşiyordu. Yunanlılar, 3 günlük yürüyüşten sonra 9 Ocak günü İnönü mevzilerinin önüne gelmişlerdi. Asıl savaş 10 Ocak günü sabah saat 6.30’da Yunanlıların taarruza geçmesi ile başladı. Saldırısı kırılan düşmana karşı savaş 10 Ocak 1921’de kazanıldı.

    Savaşın İnönü bölgesinde yapılması bir tesadüf değildi. İnönü savaşlarının zamanını Yunanlılar, fakat savaş alanını Türkler seçmişlerdi. Türk ordusunun savunma planına göre, Bursa ve Kocaeli yönünden gelecek bir düşman taarruzu İnönü’de karşılanacaktı. 11 Ocak 1921’de o güne kadar fazla kayıp vermiş ve çok hırpalanmış olan düşman, daha fazla ilerlemeye kendisinde kudret göremeyerek, tekrar Bursa civarındaki eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldı. Böylece dinamik bir sevk ve idare sistemiyle düşmanın iki misli kuvvetlerine karşı, zayıf kuvvetlerle yoğun bir savunma yapılmış ve düşman ordusu üç gün içinde yenilerek geri çekilmeye mecbur bırakılmıştır.

    I. İnönü Zaferi sonunda Albay İsmet Bey,1 Mart 1921’de generalliğe yükseltildi. Kazanılan bu zaferin tarihi önemi, Batı Cephesi’nde kazanılan ilk zafer oluşu ve Sevr tatbikçilerine milli teşkilatın ne demek olduğunu göstermesidir. I. İnönü Savaşıyla Kuva-yı Milliye devri son bulmuş, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ve ordusunun içerde ve dışarıda itibarı birden yükselmiş, ordunun ve Meclis’in otoritesi artmıştır.
    II. İNÖNÜ MUHAREBESİ
    Londra Konferansı’nın bir sonuç vermemesi, Sevr projesini uygulamak için İtilaf Devletlerini yeni bir çabaya yöneltmiş ve bu amaçla Yunan işgal ordusunu savaşa teşvik etmişlerdi. Bundan faydalanan Yunanlılar, 23 Mart 1921’de Bursa’dan İnönü istikametine ilerlemeye başladılar. Türk ordusunun yüksek azim ve imanla savaşması, 31 Mart 1921 akşamına kadar süren kanlı çarpışmalar sonunda düşmanı İnönü’de ikinci defa perişan etti. Yaptıkları iki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan kuvvetleri, 31 Mart gecesinden itibaren çıkış mevzilerine çekilmeye başladılar, çekilen düşman, süvari birliklerimizle izlenmiş ve düşmana çekilirken de kayıplar verdirilmiştir.

    Fevzi Paşanın (Çakmak) Mecliste bu savaştan bahsederken söylediklerinden anlaşıldığına göre, Yunan ordusunun amacı mutlaka yenmekti. Başkumandanları Papulas, bu sebeple Karaköy’e gelmiş ve alaylarını bizzat birbiri ardınca savaşa sokmuştur. Düşman bir taraftan kesin olarak Türk ordusunu yenmek ve dört beş günde Eskişehir’e, bir ayda da Ankara’ya gelerek Sevr Antlaşması’nı kabul ettirmek amacındaydı. Düşmanın hareketlerinden amacını anlayan kumandanlık, lazım gelen önlemleri almıştı. İsmet Paşa bir taraftan da düşmana umduğu yerde değil, bizim istediğimiz yerde savaşı yaptırmak suretiyle, düşmanın savaş planını başarısızlığa uğratmıştır. Milli Kurtuluş Savaşı’nda bu zafer, Mustafa Kemal’in güzel ifadesiyle, milletin “maküs talihini” (tersine dönmüş talihini) de yenen bir zafer olmuştu.
    KÜTAHYA – EŞKİŞEHİR MUHAREBESİ
    İnönü Savaşları’nda savunma taktiği uygulamak zorunda kalan Türk Ordusu, Aslıhanlar- Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücü olmadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmayı düşünen Yunan Genelkurmayı yeni bir plan hazırladı. Daha güçlü birliklerle, İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide bulunan mevzilerimize yüklenerek buraları işgal etmek ve gerekirse Ankara’ya kadar ilerlemek düşüncesindeydiler. Yunanlılar bu amaçla, yeni birliklerle iyice güçlendiler ve 10 Temmuz’dan itibaren saldırıya geçtiler. Zayıf birliklerle tutulan Kütahya güneyine yüklendikten sonra, cephe boyunca ilerlemeye başladılar. 20 Temmuz’a kadar yaptıkları saldırılarla kuvvetlerimizi geri çekilmeye zorladılar. Cephe durumu ile ilgilenen Mustafa Kemal Paşa, kuvvetlerimizin Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Böylece zaman kazanılacaktı. Bu plan uygulanırken, 21 Temmuz’da tekrar saldırıya geçen Yunan kuvvetleri, büyük fedakarlıklarla yavaşlatıldı ve 25 Temmuz’da Sakarya’nın karşı kıyısına geçildi.

    Bu savaşlar sonucunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik merkezler elden çıktı. Savaş gücü azaldı ve yurtta büyük bir hayal kırıklığı belirdi. TBMM’de moral bozukluğu başladı ve sert tartışmalar oldu. Aslında, Yunan kuvvetleri büyük ateş ve silah üstünlüklerine rağmen, ordumuzu yok edememişlerdi. Ordumuz, Sakarya’nın doğusunda, güvenlik altındaydı. Buna rağmen savaşın kaybedilmesi cephe gerisinde büyük bir felaket haberi gibi etki yapmıştı.
    SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
    İnönü’de ikinci kez yenilen Yunanlılar, ordularını güçlendirmek amacıyla kuvvetlerini artırmışlardı. Türk Ordusu ise henüz hazırlıklarını tamamlayamamış, yurdun bütün kaynaklarından faydalanma imkanını bulamamıştı. Ancak II. İnönü Savaşından sonra, Güney Cephesi kaldırılmış, Güney ve Batı cepheleri birleştirilmişti. Böylece Batı Cephesinde daha fazla kuvvet toplamak imkanı sağlanmıştı.

    Yunanlılar, 10 Temmuz 1921’de iki ayrı cepheden taarruza geçerek Türk Ordusunu yok etmek istediler. Desteklenmiş kuvvetleriyle güçlü bir şekilde ilerlemeyi başardılar. Türk Ordusu, zor durumdan kendisini kurtarmak amacıyla Eskişehir’e kadar çekildi. Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921’de Batı Cephesi karargahına geldi ve durumu yakından görüp inceledi. Ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Bunun üzerine, Türk Ordusu, 25 Temmuz 1921’de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya’nın doğusuna çekildi.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları Sakarya’nın doğusuna çekilmekle askeri bakımdan büyük bir avantaj elde etti. Türk kuvvetleri için zor olsa da, Yunanlılar için daha zor olan bir durum oluşturuldu. Böylece, Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden kurtarılmış, Sakarya’nın doğusunda yeniden düzenlenerek savunma gücü artırılmıştı. Yunanlılar ise mevzilerini genişletmişler, ulaştırma şartları zor bir arazide ilerlemek ve ikmal yapmak zorunda kalmışlardı.

    Sakarya gerisine çekilme, halkın maneviyatı üzerinde ciddi bir sarsıntı oluşturmuştu ve Meclis’te de bunun belirtileri ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın muhalifleri; “Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik” diyerek Mustafa Kemal Paşaya dil uzatmaya başladılar. Büyük Millet Meclisi’nde ve dışarıda son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesinde fayda umulduğu yolunda bir kanaat oluştu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921’de Büyük Millet Meclisi’ne verdiği bir önerge ile Başkumandanlığı kabul ettiğini bildirdi ve ancak Meclis’in elindeki yetkileri de fiilen kullanmayı talep etti. Bu önerge üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın muhalifleri, kendisine Başkomutan ünvanını ve Meclis’in yetkilerini kullanmak hakkını önce vermek istemediler. Ancak ünvan ve yetki, 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla tanındı.

    Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos 1921’de Polatlı’daki Cephe Karargahına giderek ordunun başına geçti. Cephede teftiş yaparken, attan düşerek birkaç kaburga kemiği kırıldı. Savaşı cephede yaralı ve kaburga kemiği sarılı bir şekilde idare etmek zorunda kaldı.

    23 Ağustos’ta düşman ordusu ciddi olarak cephemize taarruz etti. Ordumuz. 100 kilometrelik cephe üzerinde cereyan eden meydan muharebesinde, düşmanın üstün kuvvetlerini ilk önce yıpratarak, taarruza devam etmekten yoksun bir hale getirdi. 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar gece gündüz aralıksız yirmi iki gün devam eden bu kanlı savaştan sonra, düşman ordusu mağlup ve perişan bir şekilde cepheyi terketti.

    Sakarya Meydan Savaşı sonucu, askeri harekat yön değiştirmiştir. Sakarya, geri çekilme ve gerilemenin durdurulduğu ileri gidişin başladığı noktayı oluşturmuştur. Sakarya Zaferi, bütün memlekette günlerce süren coşkun sevinç gösterilerine ve heyecanlı kutlamalara vesile oldu. Meclis, 19 Eylül 1921’de kabul edilen bir kanunla, Türk Milletinin bir şükranı olarak Mustafa Kemal Paşa’ya Mareşallık rütbesi ve Gazilik ünvanını verdi.

    Sakarya Zaferi, dış ilişkilerimizde durumumuzun düzeltilmesine ve itibarımızın artmasına yardımcı oldu. 9 Haziran 1921’den beri Ankara’da Fransız temsilcisi Franklin Bouillon’la görüşmeler yapılmaktaydı. Bu görüşmeler, Sakarya zaferinden sonra, 20 Ekim 1921’de Ankara’da olumlu bir şekilde sonuçlanarak, Ankara İtilafnamesi adıyla tarihe geçen bir antlaşmayla noktalandı. Sakarya zaferi, askerlik ve politika bakımından da Kurtuluş Mücadelemizin önemli bir merhalesi oldu. Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırıldı. BÜYÜK TAARRUZ ve BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ
    Sakarya Savaşı’ndan sonra, kamuoyunda ve TBMM’nde taarruz için sabırsızlık baş göstermişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara açıklamalar yapmıştı.

    “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür” diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken, diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlıyordu. Haziran 1922 ortalarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçmek kararını almıştı. Asıl amaç, yok edici bir meydan savaşı yapmak, düşmanı çabuk ve kesin bir sonuç alacak şekilde vurmaktı. Mustafa Kemal Paşa, ordu birlikleri arasında bir futbol maçı organize edilmesi bahanesiyle ordu komutanlarını Akşehir’e davet etti. Böylece Yunanlıların ve İşgal Devletlerinin dikkatleri çekilmeyecekti. 28 Temmuz gecesini, komutanlarla genel taarruz hakkında konuşarak geçirdi ve gereken direktifleri verdi. Mustafa Kemal Paşa, daha sonra 20 Ağustos 1922’de Ankara’dan Akşehir’e giderek, 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini verdi. Çok gizli bir şekilde yürütülen bu olayları kamuoyundan saklamak maksadıyla, 21 Ağustos’da Çankaya köşkünde bir çay daveti verileceği gazete ve ajanslara bildirilmişti.

    26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa(Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe’deki yerini aldı. Büyük taarruz burada başladı. Topçuların sabah saat 4:30’da taciz ateşi ile başlayan harekat, saat 5:00’de önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etti. Piyadelerimiz, Sabah 6:00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak, tel örgüleri aşıp, Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra, Tınaztepe’yi ele geçirdiler. Bundan sonra, saat 9:00’da Belentepe, daha sonra Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlendi. Taarruzun birinci günü, sıklet merkezindeki 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar onbeş kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçird. 5. Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu. 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.

    26 Ağustos günü Türk Ordusunun Büyük Taarruz’u, Genelkurmay Başkanlığı’nca TBMM’ne bildirildi. Bu haber Meclis’i coşturdu ve heyecanlı gösterilere vesile oldu.

    27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken, Türk Ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insan üstü çabalarla gerçekleştirildi. 27 Ağustos saat 18:00’de, Afyon 8. Tümen tarafından kurtarıldı. Afyon kurtuluşun şanlı ve şerefli müjdesi olmuştu. Başkomutanlık karargahı ile Batı Cephesi Komutanlığı karargahı Afyon’a taşındı.

    28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri, başarılı geçen taarruz harekatı ile düşmanın 5. Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldular. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak, tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar. Karar süratli ve düzenli bir şekilde gerçekleştirildi. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekatı Türk Ordusunun kesin zaferi ile sonuçlandı. Büyük Taarruz’un son safhası askeri tarihimize Başkomutan Meydan Muharebesi olarak geçmiştir.

    30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir edilmişti. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. 30 Ağustos 1922’nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Ege’ye doğru ilerlemesini uygun buldu. “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” diyerek, tarihi emrini 1 Eylül 1922’de verdi. Yunanlılar, İzmir’e doğru kaçmaktaydı. Başta Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis olmak üzere çok sayıda esir ele geçirilmişti.

    Ordumuz bu muharebede, on beş günde 400 kilometre katederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncu Bel’den geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken, bunun solunda 1. Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2. Alayı Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Yüzbaşı Şeref Bey Hükümet Konağına, 5. Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık dairesine, 4. Alay Komutanı Reşat Bey de Kadife Kale’ye bayrağımızı çektiler.

    İzmir’de askerlerimiz coşku içinde karşılandılar ve çiçek yağmuruna tutuldular. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi. Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyretti. Türk Ordusunun, 400 kilometrelik bir mesafeyi savaşarak katedip İzmir’e ulaşması içerde ve dışarda hayret ve takdir uyandırdı.

    Büyük Türk zaferi karşısında endişeye düşen ve o anda da İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal altında bulunduran İtilaf Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türklerin haklı isteklerini yerine getirmeyi kendi çıkarlarına uygun buldular. Lord Kinross’a göre,”İngiltere, ciddi bir krizle karşı karşıya bulunduğunu anlamaya başlıyor. Halk, Türklerle yeni bir savaştan korkuyordu”. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla, silahlı çatışma durdurulduğu gibi, Edirne dahil Trakya’nın da Türkiye’ye bırakılacağı ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edildi. Anadolu’da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George, bu gelişmeler üzerine istifa etti.

    PARİS BARIŞ KONFERANSI
    1918 yılı sonbaharında İttifak Devletleri, Ateşkes Antlaşmaları imzalayıp savaştan çekilmişlerdi. Bunun üzerine onlarla yapılacak barışların ilkelerini saptamak için Paris’te 1919 yılının Ocak ayında büyük bir konferans toplandı.

    27 devletin katıldığı konferansa İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İtalya hakimdi. Savaş sırasında yendikleri devletlerden neler koparacaklarını uyumlu biçimde kararlaştıran üç büyük devlet, İngiltere, Fransa ve İtalya birbirine düştü. Wilson İlkeleri’ni kendilerine göre yorumlayıp, çeşitli kanıtlar göstererek paylaşmadan vazgeçmediklerini gösterdiler. Osmanlı Devletinin paylaşılmasını öngören Antlaşmalarda Anadolu’daki Akdeniz ve Ege bölgelerinin İtalyanlara verilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak Anadolu’daki Akdeniz ve Ege Bölgelerinin tamamıyla İtalyanlara verilmesi, Doğu Akdeniz’deki dengeyi altüst ederdi. Akdeniz’de güçlü bir İtalya, Ortadoğu’yu denetiminde tutan İngiltere için ileride bir tehlike oluşturabilirdi. İngiltere, daha önce İtalya’ya verilmesi kararlaştırılmış bölgeleri Yunanistan’a vermeyi kendi çıkarlarına uygun gördü. Savaş sırası yapılan paylaşma Antlaşmalarında önemli bir değişikliğe gidildi. Anadolu’nun paylaştırılmasına Yunanistan da ortak edildi. İzmir ve çevresi Yunanistan’a verilecek, sadece Ege Bölgesinin güney kıyısı ile Akdeniz Bölgesinin Batısı İtalya’ya verilecekti.
    GÜMRÜ ANTLAŞMASI (2-3 Aralık-1920)
    Rusya’nın durumundan yararlanarak kendi devletlerini kuran Ermeniler ve Gürcüler, Wilson İlkeleri’ni kendilerine göre yorumlayarak, Doğu Anadolu’nun kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra, Osmanlı Orduları önce Kafkasları ardından Doğu Anadolu’nun sınır bölgelerini boşalttılar. Türk birliklerinin çekilmesinden sonra işgal hareketlerini hızlandıran Ermeniler, yerli Müslüman halka insanlık dışı davranışlarda bulundular. Bunun üzerine Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Ermenilere savaş açtı. TBMM, Mondros Mütarekesi kararı gereği boşaltılan Kars, Artvin ve Ardahan’ın tekrar geri alınması için gereğinin yapılması yolunda ayrıca yetki verdi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki Türk Birlikleri. 28 Eylül 1920’de taarruza geçti. 29 Eylül’de Sarıkamış’ı, 30 Ekim’de Kars’ı, 7 Kasım’da Gümrü’yü geri aldı. Ermeniler barış istedi. Görüşmelerde TBMM’ini Kazım Karabekir, Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Bey, Erzurum Valisi Hamit Bey, Ermenistan’ı ise Başbakan Aleksandr Katisyan ve beraberindekiler temsil etti.
    2-3 Aralık gecesi imzalanan Gümrü Antlaşması şöyleydi:
    Kars ve yöresi Türkiye’ye geri verilecek;
    Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı diğer devletlerle yaptığı tüm antlaşmalar kaldırılacak;
    Aras Nehri Çıldır Gölüne kadar uzanan hat Doğu sınırı olarak çizilecek;
    Sevr antlaşmasını ve Türkiye çıkarlarına uygun olmayan antlaşmaları Ermenistan hükümeti de kabul etmeyecek;
    Türkiye’deki Ermenilerle, Ermenistan’daki Müslümanların diğer yurttaşlar gibi eşit haklardan yararlanacak;
    İki ülke arasında en erken vakitte diplomatik ilişkiler, telgraf ve telefon ulaşımları kurulacak;
    Türk koruyuculuğu altında yerel özerklik verilecek olan İtur ve Nahçıvan illeri kendi kaderlerini kendileri tayin edecekler;
    Ermenistan saldırıya uğrar ve yardım isterse, Türkiye ona askeri yardım da bulunacak;
    Ermenistan silah ithal etmeyecek;
    Her iki taraf birbirinden savaş ödeneği istemeyecek;
    Türk ordusu, Ermeni ordusu Antlaşmada saptanan sayıya indirildiği taktirde Ermeni topraklarını boşaltacaktır.
    Gümrü Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra, Ermenistan Cumhuriyeti Kızılordu’nun işgaline uğradı ve Erivan’da Sovyet Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nin kurulması ile Gümrü Antlaşması’nın onaylanması askıya alınmış, antlaşmanın yürürlüğe girmesi mümkün olmamıştır. Doğu Cephesi’nde kazanılan zafer doğu sınırlarının belirlenmesinde yararlı olmuş, önce 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması, daha sonra 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması ile ufak değişikliklerle Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır belirlenmiştir. Gümrü Antlaşması, TBMM’nin imzaladığı ilk antlaşma olmasından dolayı önemlidir.
    LONDRA KONFERANSI
    T.B.M.M, Sevr Antlaşması’nı kabul etmemiş, İtilaf Devletleri’ni yurttan çıkarmak için harekete geçmişti. TBMM, Milli Mücadele sırasında Güneyde Fransızlara karşı başarılı olmuş, Türk Sovyet görüşmelerini başlatmış, Yunan ilerleyişini durdurmuştu. I. İnönü Zaferi de kazanılınca İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmak üzere Yunanistan ve Türkiye’nin de katıldığı bir konferansın 23 Şubat 1921’de Londra’da yapılmasına karar verdiler.

    Fakat TBMM’ni tanımadıkları için, konferansa yalnızca Osmanlı Hükümetini davet ettiler. Mustafa Kemal’in de konferansa delege olarak katılabileceğini ya da bir temsilci yollayabileceğini Osmanlı Hükümeti’ne bildirdiler. Osmanlı Hükümeti de itilaf devletlerinin bu önerisini TBMM Başkanı Mustaf Kemal Paşa’ya iletti. Ancak TBMM bu teklifi kabul etmedi ve çağrılmadığı bir konferansa, katılamayacağını bildirdi. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, İtalya’nın aracılığı ile TBMM’ni resmen Londra Konferansı’na çağırdı. Konferans 23 Şubat’ta Londra’da açıldı. İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması’nda küçük değişiklikler yapmak istediler. Türk delegeler buna şiddetle karşı çıktılar.

    Sadrazam Tevfik Paşa, söz sırası kendisine gelince, “Ben sözü Türk Milletinin gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başdelegesine bırakıyorum” diyerek konuşma yetkisini Bekir Sami Bey (Kunduh)’e bıraktı. Bunun üzerine, İtilaf devletleri her türlü görüşmeyi TBMM heyetiyle yaptı. TBMM delegeleri, Misak-ı Milli’ye dayanarak Sevr Antlaşması’nı hiçbir şekilde kabul etmediklerini dile getirdiler. Şiddetli tartışmalardan sonra konferans sonuç alınamadan dağıldı. Bekir Sami Bey konferansın dağılmasından sonra savaş esirlerinin karşılıklı geri verilmesi ile ilgili olarak, 11 Martta Fransızlarla, 12 Martta İtalyanlarla ve 16 Martta İngilizlerle, ayrı ayrı antlaşmalar imzaladı. TBMM tarafından onaylanmayan bu antlaşmalar hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Konferans, sonuç alınamamasına rağmen, İtilaf Devletleri’nin TBMM’ni tanımaları açısından diplomatik bir başarıydı.
    MOSKOVA ANTLAŞMASI (16 MART 1921)
    Londra Konferansı’ndaki başarısızlığa karşılık, daha önceki ilişkilerin değerlendirilmesi amacı ile Rusya’ya giden bir TBMM Heyeti, 16 Mart 1921’de Sovyet Hükümeti ile tarihe adı “Moskova Antlaşması” olarak geçen önemli bir belge imzaladı. Ermenilere karşı sağlanılan zaferden sonra, 1. İnönü Savaşı’nın da kazanılması Ruslardaki son tereddütleri ortadan kaldırmıştı. Onlar, daha önceden tanıdıkları TBMM Hükümeti ile sıkı bir işbirliği içine girmeyi kararlaştırdılar. Bu antlaşmaya göre Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması’nı kesinlikle tanımıyor ve TBMM Hükümetine her türlü maddi ve siyasal destek vermeyi taahhüt ediyordu. Böylece, 1. İnönü Zaferi TBMM Hükümetine hem o zamanın koşulları içinde sağlam bir müttefik kazandırmış, hem de İtilaf Devletleri ile görüşme masasına oturabileceğini göstermiştir. Artık TBMM kendisini dünyaya açmaktadır.

    KARS ANTLAŞMASI (13 EKİM 1921)
    Sakarya Meydan Muharebesi’nin sağladığı siyasal kazançlardan biri de, Kars Antlaşması’ydı. Kars Antlaşması, Doğuda daha önce Mart 1921’de yapılan ve Moskova Antlaşması’yla düzenlenen ilişkilerin genişletilerek, Kafkas Devletlerini kapsaması, Doğu sınırımızın da kesinleşmesini sağlayan antlaşma olması açısından önemlidir. Kars’ta 13 Ekim 1921’de imzalanan antlaşmaya Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Sovyet Rusya temsilcileri de imza koymuştur.
    ANKARA ANTLAŞMASI (21 EKİM 1921)
    Sakarya Savaşı’ndan sonra tereddütleri ortadan kalkan Fransa, iktisadi ve kültürel konularda ayrıcalık isteklerinden de vazgeçerek, 20 Ekim 1921’de Ankara’da bir Antlaşma imzalamıştır. Bu Antlaşma ile Türkiye – Fransa arasında silahlı çatışma son buluyor, güney sınırımız da tespit ediliyordu.
    Moskova Antlaşması ile doğu meselesini çözüldüğü gibi, Ankara Antlaşmasıyla da güney meselesi çözülmüş oluyordu. Bu Antlaşma, silah, cephane ve malzeme sağlanması yolunda güney sınırımızdan yararlanma imkanı verdiği gibi, batıda Yunan saldırısına rahatlıkla karşı koymak fırsatını da veriyordu.
    Ankara Antlaşması ile, iki devlet arasında savaş hali sona ermiştir. İki devlet arasında bütün esirlerin değişimi yapılacaktır. Boşaltılan topraklarda genel af ilan edilecektir. İskenderun bölgesinde özel bir yönetim (idari rejim) uygulanacaktır. Türk ırkından olan bu bölgenin sakinleri, kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan yararlanacaklardır. Türkçe resmi dil olacaktır.
    Antlaşmada, Türkiye ile Suriye arasında yeni bir sınır belirlenmekteydi. Bu sınırla, Kilikya bölgesinin önemli bir bölümü ve Bağdat demiryolunun büyük bir kısmı Türkiye sınırları içinde kalmaktaydı. Sınır, İskenderun Körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen güneyinden başlayarak, Meydanı Ekber’e kadar uzamaktaydı. Suriye ile aramızda çizilen bu sınır, Lozan Barış Antlaşması ile sadece teyit edilmiştir.

    Ankara Antlaşması ile, I.Dünya Savaşı’nın galiplerinden biri, Misak-ı Milli’yi tanımış ve Ankara Hükümeti ile Fransa arasında olumlu ilişkiler başlatılmış oluyordu.
    MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI
    3 Ekim 1922’de Mudanya’da toplanan konferansta Türkiye’yi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Büyük Britanya’yı General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli temsil etmiştir. Çetin görüşmeler sonunda, Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922’de imzalanmıştır. Yunanlılar, Mudanya’daki Konferansa katılmamış, hazırlanan Antlaşma metnini kabullenerek üç gün sonra imza etmiştir.
    Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Türkiye – Yunanistan arasında silahlı çatışmaya son verilmiştir. Trakya, Meriç sınır olmak üzere Türkiye’ye bırakılmıştır. Yunanlılar on beş gün içinde Trakya’yı boşaltacaklardır. Yunanlılardan boşalan yerlere İtilaf Devletleri birlikleri girecek, onlar da en geç bir ay içerisinde, Trakya’yı Türklere devredeceklerdir. Türklerin Trakya’da en çok 8000 jandarma kuvveti olacaktır. Türkler, Ateşkes Antlaşmasında öngörülen sınırlar içinde İtilaf Devletleri askeri birliklerinin bulundukları yerlere girmemeyi taahhüt etmektedir. Ateşkes Antlaşması imza edildiği tarihten üç gün sonra yürürlüğe girecektir.
    Mudanya Ateşkes Antlaşması görüşmelerinde, İsmet Paşa’nın hatıralarında da açıklandığı üzere, bir komutanın siyasi alanda müzakereler yöneten tecrübeli ve becerikli bir diplomat gibi görüşmelere katıldığı ve başarılı olduğu görülmektedir.

    “Ben heyeti ikamet ettiğimiz binada kabul ettim. Generallere masada yer gösterdim. Harrington’u sağıma aldım. Fransa temsilcisini karşıma, İtalyan generalini de soluma oturttum. Fakat ben generallere yer gösterirken onlar biraz şaşırmış gibi oldular. Meğer başkanlığı, müzakereyi idare etmeyi onlar kendileri için düşünmekte imişler.”
    LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI
    Mudanya Mütarekesi sonucu, kesin barış antlaşması görüşmelerine gidilmiş ve tarafsız bir ülkenin şehri olarak Lozan (İsviçre) görüşmelerin yapılacağı yer olarak seçilmiştir.

    Lozan Barış Konferansı’nda, yalnız Yunanistan’la bir hesaplaşma ve savaşa son veren bir barış antlaşması yapma söz konusu değildi. Aynı zamanda, I. Dünya Savaşı’nın galipleri ile hesaplaşma, hukuki ve siyasi yönden uyuşmazlıkları çözümleme, yüzyıllardan beri süre gelen sorunlara çözüm aranmaktaydı. Açıkça, “Doğu Meselesi” bütün konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu.

    Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16’da Lozan şehrinin Mont Benon Gazinosu’nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonunun Başkanı Habab’ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon’dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan itibaren istiklal ve hakimiyet davasını önemle belirtmiş, “Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz” diyerek sesini duyurmuştur.

    Konferans, 4 Şubat’da Antlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923’te ikinci defa toplanarak, 24 Temmuz 1923’te Barış Antlaşması imza edilmiştir. Lozan Barışı sekiz aylık çetin ve uzun bir müzakere devresinden sonra, Lozan Üniversitesi’nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan’da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, beyanname ile bir de nihai senetten ibarettir. Lozan’da imzalanan bu belgelerle, sadece bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir.

    Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan’da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk istiklal ve hakimiyetinin tanınması bakımından da önem arz eder.

    Esas Barış Antlaşması, bir önsöz ve 5 bölümden oluşan 143 maddedir.

    Lozan Barış Antlaşması’nda düzenlenen önemli konular aşağıda özetle belirtilmiştir bulunmaktadır:

    Sınırlar

    Güney Sınırı

    20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması gereğince, Fransa ile anlaşılarak güney sınırı kararlaştırılmış, Lozan’da bu sınır sadece teyit edilmiştir.

    Irak sınırı

    Irak sınırı uyuşmazlığı çözülememiştir. Antlaşmada, Türk topraklarının tahliyesinden itibaren, bu uyuşmazlığın dokuz ay zarfında dostane bir şekilde halledileceği belirtiliyordu.

    Batı Sınırlarımız

    Yunanlılarla batı sınırı, Misak-ı Milli’ye uygun, Mudanya Mütarekesi’nde ön görüldüğü gibi, Meriç nehri sınır olmak üzere düzenlenmiştir. Karaağaç ve çevresi Yunanlılardan alınarak savaş tamiratı karşılığı Türkiye’ye bırakılmıştır. Ege Denizi’nde Bozcaada ve İmroz Türkiye’ye verilmiştir. Ayrıca, Yunanlıların elinde bırakılan Anadolu kıyısına yakın adalar da, askersiz hale getirilmiştir.

    Azınlıklar

    Birinci Dünya Savaşı’na son veren barış antlaşmalarında azınlıkların himayesine ait hükümler mevcuttur. Lozan Barış Antlaşması’nın bu hususla ilgili hükümleri incelendiğinde, azınlıklar bir ayrıcalığa sahip olmamışlardır. Türk tebaasından sayılan gayri Müslimlerin kanun ve hukuk düzeni önünde eşitliği söz konusu olmuştur. Antlaşmanın 42. maddesi ile gayrimüslim azınlıklar yararına olarak kabul edilen şahsi haklar ile aile hakları, Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girmesi ile önem ve anlamını yitirmiştir. Böylece Patrikhanelerin dünya işlerinde ve azınlıkların şahsi muamelelerinde hiç bir yetkileri kalmamıştır.

    Kapitülasyonlar

    Kapitülasyonlar, adli, mali ve idari sahada yabancılara tanınan imtiyaz ve muafiyetlerdir. Antlaşmanın 28.maddesiyle, kapitülasyonlar bütün sonuçları ile birlikte kaldırılmış ve yeni Türkiye, yüzyıllardan beri çekilen bir beladan sonsuza dek kurtulmuştur.

    Savaş Tazminatları

    1.Dünya Savaşı’nın galipleri, bizden 1.Dünya Savaşı sebebi ile tazminat talep ettiler. Ayrıca buna ek olarak, işgal masraflarını, kendi tebaalarının zarar ve ziyanlarını da eklemişlerdir. Savaş içinde Almanya’dan borç karşılığı rehini bulunan beş milyon altın ve savaş yıllarında İngiltere’ye sipariş edilen donanma bedeli de kendi ellerinde bulunduğundan, bizlere verilmemiş ve tamirat karşılığı tutulmuştur.

    1. Dünya Savaşı’na giren mağlup devletlere ciddi bir mali yük olan bu beladan, geleceğe bir borç bırakılmadan, sadece fiilen elimizde bulunmayan meblağ karşılık gösterilerek, büyük bir başarı ile sıyrılınmıştır.

    Türkiye, Yunanistan’ın harbin devamından ve bunun neticelerinden doğan mali vaziyetini dikkate alarak, tamirat hususunda her türlü taleplerinden Karaağaç ve çevresinin Türkiye’ye bırakılması şartı ile vazgeçmiştir.
    BORÇ SORUNU

    1854’ten itibaren Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam eden Osmanlı amme borçları, Birinci Dünya Savaşı’nda yapılan istikrazlar da dahil, büyük bir yekün teşkil ediyordu.

    Sene tertipleri üzerinde borcun taksimi yerine, sermaye üzerinden borcun taksimi ile esas borç toplamı bir hayli azaltılmıştır. Diğer taraftan bu borçlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletlere de gelirle orantılı olarak bölünmüştür. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’a olan borçları bu devletlerle de yapılan antlaşmalarla 1.Dünya Savaşı’nın galiplerine devredilmiştir.

    Osmanlı amme borçlarının diğer çetin bir safhası da tediye edeceğimiz borçların hangi para ile ödenmesi hususunda kendini göstermiştir. Karşı taraf bunu altın veya sterlin olarak talep etmiştir. Biz, Türk parası ve Fransız frangı olarak ödemeyi teklif ettik. Aradaki fark muazzam meblağlara varmasına rağmen, burada da görüşümüz kabul edilmiştir.
    BOĞAZLAR

    Lozan’da imza olunan en önemli belgelerden biri de, Türk Boğazlarının statüsü ile ilgili sözleşmedir. Boğazlar sorunu, madde 23’de genel olarak yer almış, Barış Antlaşması’na ek Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile ayrıca ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Boğazlardan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonunun kurulmasını, boğazların ve civarının askersiz hale getirilmesini hedef tutan ve Milletler Cemiyeti’nin de garantisini sağlayan hükümleri ihtiva eden bu Sözleşme, 1936’da Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir. Milli hakimiyeti sınırlayıcı hükümler kaldırılmış, milli çıkarlarımıza uygun hale getirilmiştir.

    G- Nüfus Değişimi

    Lozan’da çözümlenen bir diğer önemli sorun da, İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler hariç, Türkiye’deki bütün Rumlarla Yunanistan’daki Türklerin değiştirileceğini öngören sözleşmenin, Barış Antlaşması’na ek olarak konmasıdır.

    Lozan Barış Antlaşması, Türk Kurtuluş Savaşı’nın sağladığı, Türk milletinin hayati haklarını ve emellerini gerçekleştirdiği bir eserdir. Lozan aynı zamanda, Orta Doğunun en önemli bölgesinde, barış ve güvenliği kurmak ve devam ettirmekle dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye Lozan’da genel olarak, Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmiştir.
    I. VE II. DÖNEM LOZAN KONFERANSI’NA KATILAN TÜRK DELEGASYONU
    Başdelege
    İsmet İnönü (Dışişleri Bakanı)
    Delegeler
    Dr. Rıza Nur (Sağlık Bakanı), Hasan Saka (Maliye Bakanı)
    Danışmanlar
    Münir Ertegün, A. Muhtar Çilli, Veli Saltı, Zülfü Tigrel, Zekai Apaydın, Mahmut Celal Bayar, Şefik Başman, Seniyettin Başak, Şevket Doğruker, Mehmet Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Taner, Nusret Metya, Yusuf Hikmet Bayur, Zühtü İnhan, Fuat Ağralı, Mustafa Şeref Özkan, Şükrü Kaya, Hamit Hasancan, Cavit Bey, Hayım Naum, Baha Bey
    Basın Danışmanları
    Ruşen Eşref Ünaydın, Yahya Kemal Beyatlı
    Genel Sekreter ve Danışman
    Reşit Saffet Atabinen
    Yazmanlar
    Ali Türkgeldi, Mehmet Ali Balin, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Şav, Süleyman Saip Kıran, Rıfat Bey, Dr. Nihat Reşat Belger, Atıf Esenbel, Sabri Artuç
    Not : Yukarıdaki delegasyon 1.Dönem Lozan Konferansı’na (20 Kasım 1922-4 Şubat 1923) katılmıştır. Bu gruptan A.Muhtar Cilli, Veli Saltık, Zülfü Tiğrel, M.Celal Bayar, Seniyettin Başak, Şevket Doğruker, Zühtü İnhan, Şükrü Kaya, Hamit Hasancan, Cavit Bey, Hayım Naum, Baha Bey, Ruşen Eşref Ünaydın, Yahya Kemal Beyatlı, Reşit Saffet Atabinen, Mehmet Ali Balim, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Şav., Süleyman Saip Kıran, II.Dönem Lozan Konferansı’na (23 Nisan-17 Temmuz 1923) katılmamıştır.
    II. DÖNEM LOZAN KONFERANSI’NA YENİDEN KATILANLAR
    Genel Sekreter ve Danışman
    Tevfik Kamil Koperler
    Yazmanlar
    Naci Kenter, Hamit Eseniş, Ali Muhtar Bey, Aziz Topkaç, Hüsnü Özer.
    Not : Fransa, İsviçre ve Almanya’da görevli hariciyecilerden Ferit Tek, Cemal Hüsnü Taray, Cevat Üstün ve TBMM Almanya-Avusturya basın temsilcisi ve Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan Tokgöz bir süre konferans çalışmalarına katılmışlardır.
    GAZETECİLER
    I.Dönemde
    Ahmet Cevdet (İkdam), Ahmet Şükrü Esmer (Vakit), Hüseyin Cahit Yalçın (Tanin).
    II.Dönemde
    Velid Ebuzziya (Tevhid-i Efkar), Ahmet Şükrü Esmer (Vatan), Suphi Nuri İleri (İleri), Ali Naci Karacan (Akşam), Kerami Kurtbay (Hakimiyeti Milliye), Mecdi Sadrettin Sayman (İkdam), Kemal Salih Sel (Yeni Gün), Asım Us (Vakit), Hüseyin CahitYalçın (Tanin), Ahmet Hidayet Reel (Öğüt).

  • izmir süikasti

    İZMİR SUİKASTİ İZMİR SUKASTİ ÖNCESİ TÜRKİYE Kurtuluş Savaşı kazanılmış, düşmanlar denize dökülmüştü. Arkasından da yeni bir devlet kuruldu; Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu bir rejim değişikliği idi… Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanıyla eski toplumsal düzenin tümüyle ortadan kaldırılacağının anlaşılması üzerine Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı yoğun direnme başlamıştı. Direnmelerin odağı genellikle dinci ve saltanat yanlısı çevrelerdi. Ayrıca, Mustafa Kemal ile bazı eski mücadele arkadaşları arasında da görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı. Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Paşa, Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Dr. Adnan (Adıvar) gibi kişiler cumhuriyetin ilanına ve halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkmaktaydılar. Eski İttihatçılar ile saltanat ve halifelik yanlıları tarafından desteklenen bu kişiler sonunda Mustafa Kemal’in çevresinden koparak onun karşısında yer aldılar. Rauf Bey ve arkadaşları Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa ederek 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Bu yeni partiye sahip çıkan çevreler cumhuriyete karşı şiddetli bir kampanyaya giriştiler. Bu gergin hava sürerken 13 Şubat 1925’te Şeyh Said doğuda bir ayaklanma başlattı. Hükümet, cumhuriyete yönelen bu eylemin üzerine sert ve kararlı bir biçimde yürüdü. Bazı yerlerde seferberlik kararı alınırken bir yandan da Takrir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Düzenlik Sağlama Yasası) çıkarılarak İstiklal Mahkemeleri işlemeye başladı. Ayaklanmanın nisan sonunda bastırılmasından sonra hükümet Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan aldığı yetkiyle cumhuriyete karşı çıkan, İstanbul’daki saltanat ve halifelik yanlısı bazı gazete ve dergileri kapattı. Ardından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ülkede dinsel gericiliği körüklediği gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı. 14 Haziran 1926’da cumhuriyet karşıtı güçlerin İzmir’de Mustafa Kemal’e yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Suikastı planlayanlar yakalandı ve yargılanma sonunda suçlu görülen 15 kişi asıldı. Cumhuriyet rejimi kolay kurulmadı, devrimler kolay yapılmadı. Çıkarları sarsılan bir çok kişi ve gruplar oldu. Belki sayıları azdı ama sesleri yüksekti. Bu nedenle onların tepkileri, halkın tepkileriymiş gibi gösterilmek istendi. Bu kişi ve grupların devrimlere ve cumhuriyete olan kasıtları elbette düşman ülkelerin de işlerine gelmekteydi. Bugün de olduğu gibi o zaman da yabancı bir çok devlet ve çıkar grupları, çıkan her olaydan kendilerine bir menfaat sağlamaya çalışıyor ve çıkarlarına yönelik hareketleri destekliyorlardı. Zaten bu yüzden sayıları az olmasına karşın sesleri halktan çok çıkıyordu. Mustafa Kemal bu durumun farkındaydı. Çıkan her olayda, devrim karşıtı birkaç kişiyle değil yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olan bir dünya ile savaştığının bilincindeydi. Bu nedenle aldığı bir çok karar sert hatta bazen acımasızdı. Çünkü düşmanları da acımasızdı. Bu acımasızlığın en açık örneği ise İzmir Suikasti’ydi. SUİKASTE DOĞRU 1925-1926 yılı çok hareketli geçmiştir. Daha senenin ilk ayında, 13 ocak 1925’te Milli Mücadele Komutanlarından, atılgan, hırçın bir zat olan Halit Paşa, Büyük Millet Meclisi koridorunda öldürülmüştür.Meclis ve hatta memleket henüz bu olayın etkisi, söylentileri içindedir. Derken şubatta Doğu isyanı başlar. Şubat ve onu izleyen aylar ağır bir hava içinde geçer. Hatta memleketin bir kısmında seferberlik ilan edilmiştir. İstiklâl Mahkemeleri, yargılar, hükümler, ölüm cezaları ne de olsa memleketin havasını sertleştirir. Sonra inkılaplar gelişmektedir. Tekkeler kapatılır, şapka kanunu dalgalar yaratır. Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Tek parti sistemi ise pekiştirilmiştir. Ama aydınlar arasında da tedirginlikler vardır. Daha başka kararlar da alınmıştır. Eski takvim değişmiştir. Saat ayarı ve gün başlangıcı değişmiştir. Türk kadını ilk defa balolarda görünmüştür. Memleket, irtica dalgaları, inkılap dalgaları, hareketler, hamleler, yabancı şirketlerin millileştirilmesi şeklinde uluslar arası yankı yapan işler içinde çalkalanmaktadır. 1926 bu hava içinde başlar. 1926’nın ilk aylarında İsviçre Medeni Kanununun Türk Medeni kanunu olarak, İtalya Ceza Kanununun Türk Ceza Kanunu olarak kabulüne, Batı prensiplerinden ilham alınarak girişilmiştir. Bu sırada ülkede ekonomik sıkıntı da mevcuttu. Türk milleti, on iki seneden fazla devam eden savaşlardan çok bitkin ve perişan çıkmıştı. Barış zamanında, bu kadar çalışması insan gücünü aşan bir olağanüstülüktü. Bundan manevi bir

  • işgaller

    FRANSIZ İŞGALLERİ
    YER,TARİH
    DOĞU TRAKYA DEMİRYOLLARI,9 KASIM 1918
    ÇANAKKALE BOĞAZI,6-12 KASIM 1918
    DÖRTYOL,11 ARALIK 1918
    MERSİN,17 ARALIK 1918
    TOROS TÜNELLERİ,27 ARALIK 1918
    ADANA VE POZANTI,27 ARALIK 1918
    DOĞU DEMİRYOLLARI,15 OCAK 1919
    TURGUTLU-AYDIN DEMİRYOLU,1 ŞUBAT 1919
    ÇİFTEHAN VE AKKÖPRÜ,3 ŞUBAT 1919
    AFYON İSTASYONU,16 NİSAN 1919
    İTALYAN İŞGALLERİ
    YER,TARİH
    ANTALYA,28 MART 1919
    KONYA İSTASYONU,26 NİSAN 1919
    KUŞADASI,4 MAYIS 1919
    FETHİYE BODRUM,11 MAYIS 1919
    MARMARİS,11 MAYIS 1919
    AKŞEHİR (KISMEN),14 MAYIS 1919
    AFYON,21 MAYIS 1919
    MALKARA,27 MAYIS 1919
    BURDUR,28 HAZİRAN 1919
    YUNAN İŞGALLERİ
    Yunanistan, 1829 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığını kazandı. Sürekli olarak sınırlarını, Türklerden toprak alarak genişletmiş ve 1913 İkinci Balkan savaşı sonunda, Batı Trakya dışında bugünkü sınırlarına erişmişti. Ege’de de 12 Ada dışında tüm adaları elde etmişti. Yalnız İmroz ve Bozcaada Osmanlılara bırakılmıştı. Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Yunan Kralı Konstantin tarafsız kalmak istedi ise de azılı bir pan-helenist olan Başbakan Venizelos, İtilaf Devletleri yanında savaşa girilmesi için uğraşmış, sonunda bunu başarmıştır. 1915 yılı sonbaharında Yunanistan, Antlaşma Devletleri yanında savaşa girmiş. Böylece Balkanlarda Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’a karşı yeni bir cephe açılmıştır. Savaş bitince Venizelos, yaptığı hizmetten pay istedi. Ona göre zaten Yunan Anavatanının bir parçası olan Batı ve Doğu Trakya kendisine verilmeliydi. Ama bu da yetmezdi. Anadolu’nun Ege Bölgesi de Yunanlıların hakkıydı. Venizelos üstün bir propaganda gücü ile bu yalanları, dünyanın dört bucağına yaymış Yunan milyarderlerinin de desteği ile, İtilaf Devletleri’nin kamu oyuna benimsetmeyi başarmıştır.
    Yunanlıların işgal ettiği başlıca yerler:
    YER,TARİH
    Uzunköprü-Hadımköy Demiryolu,9 Ocak 1919
    İzmir,15 Mayıs 1919
    ERMENİ ve GÜRCÜ İŞGALLERİ
    1918 yılında, Osmanlı toprakları dışında kurulan Ermenistan Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nda taraf değildi. Ancak Osmanlı yurttaşı olan Ermeniler I.Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerine yardım etmişti. Savaş sonrasında da yeni kurulan Ermenistan Anadoludaki Ermenilerle birleşmek ve onların oturdukları yerleri kendi sınırları içine almak istiyordu. Ama İtilaf Devletleri, Anadolu’da bir zamanlar Ermeni Yurdu olarak kabul ettikleri yerleri bu Devlete bırakmak hazırlığındaydılar. Türk birliklerinin Kafkaslardan çekilmesi üzerine, Ermeniler de Doğu Anadolu’ya ilerleyerek işgallere başladılar. Güneyde ise Fransızlar, Çukurova’ya Ermenileri yerleştirmek amacındaydılar. Bu durum bölgede şiddetli çatışmalara yol açtı.

  • habsburg hanedanı

    Habsburg Hanedanı
    Vikipedi, özgür ansiklopedi
    Jump to: navigation, search
    Habsburg Hanedanı Avrupa’nın çeşitli ülkelerini yüzyıllar boyunca yönetmiş bir hanedandır. Yönetmiş oldukları bazı ülkeler şunlardır:
    Kutsal Roma İmparatoru (1273-1806)
    Avusturya-Macaristan İmparatoru (1282-1918)
    Alman Kralı (1273-1806)
    Hırvatistan Kralı (1437-1918)
    Macaristan Kralı (1437-1918)
    İspanya Kralı (1516-1700)
    Portekiz Kralı (1580-1640)
    Bohemya (Çek) Kralı (1526-1918)
    Erdel (Transilvanya) Kralı (1690-1867)
    Ayrca kısa süreli olarak aşağıdaki ülkeleri de yönetmişlerdir:
    Meksika İmparatoru (1864-1867)
    Toskana Grandükü (1790-1859)
    Parma Dükü (1814-1847)
    Modena Dükü (1814-1859)

  • ege denizinde önemli tarihi olaylar ve bize öğrettikleri

    Ege Denizinde önemli Tarihi Olaylar ve Bize Öğrettikleri: (1) Tarihte Ege Adalarının Osmanlılarca Ele Geçirilmesi : Osmanlılar; Avrupaya geçmesine paralel olarak güvenlik neden¬leriyle Ege Adalarına el atmak zorunluluğunu duymuşlardır. Bu kapsam içinde; (a) Bizansa ait olan, Venedikliler tarafından yönetilen Sisam Adası, Hadım İsmail Bey komutasındaki bir filonun yardı¬mıyla 1453te, (b) Bizansa ait olan ve Midilli Dukaları tarafından yönetilen Limni Adası, Derya Kaptanı Hamza Bey tarafından 1456da, (c) Bizanstan Semadirek, Tasoz, İmroz Adaları aynı Derya Kaptanı tarafından 1457de, (d) Bizansa ait Cenevizlilerin idaresindeki Midilli Adası 1463de, (e) Venediklilere ait Eğriboz Adası, Sadrazam Mahmut Paşa komutasındaki 100 fırkata ve 200 nakliye gemisindeki 60.000 asker ile 1470de, (f) Rodos Şövalyelerine ait Rodos Adası Pulak Mustafa Paşa tarafından iki kuşatmayı müteakip 300 gemilik filo ve 60.000 asker ile 1522de, (g) Venediklilere ait Sakız Adası Kaptanı Derya Piyale Paşa tarafından 1566da, (h) Venedik Cumhuriyetine ait Girit Adası 1699da zap-tedilmiştir. (2) Egedeki Adaların İmparatorluk Hakimiyetinden Çıkması: (Harita 2). (a) 1911 Türk-İtalyan Savaşına kadar Akdeniz Adaları vi¬layetini teşkil eden adalarda siyasi bir sorun olmamıştır. İtalya 1912de önce Stampalyayı bilahare Rodos Adasını zaptetmiştir. (b) 1912 Balkan Harbinde, Türk Donanmasının Çatalca hattında orduyu desteklemesinden faydalanan Yunan Donanması, sırasıyla; 22 Ekim 1912de Limniyi bilahare Taşoz, Semadirek, İmroz, Nikarya ve Midilliyi, 3 Ocak 1913de Sakız ve Sisam ada¬larını işgal ederek Linini Adasının Mondros Körfezini tahkim etmiş ve burayı bir üs olarak kullanmaya başlamıştır. (c) 10 Ağustos 1913de Bükreşte imzalanan Barış Ant¬laşmasıyla Giritin Yunanistana ilhakı hukuken kabul edilmiştir. (d) Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Rodos ve 12 ada ile Meis Adası üzerindeki haklarını İtalyaya bırakmıştır. (e) Lozan Konferansı: Kurtuluş Savaşı sonunda yapılan Lozan Konferansıyla (24 Tem¬muz 192

  • devrimler

    LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ ÖNEMİ:
    1)Türkiye bağımsızlığını kazanmış ve uluslar arası devletler arasındaki saygın yerini almıştır.
    2)Türk kurtuluş savaşındaki askeri zaferi bütünleyen siyasi bir zaferdir.
    3)1.Dünya savaşının galip devletlerinin hazırladıkları SEVR ANTLAŞMASI,Kurtuluş savaşının galipleri tarafından yok edilmiştir.
    4)Türk kurtuluş zaferi ve siyasi başarısı,ezilen ve sömürülen bütün uluslara örnek olmuş ve emperyalizmin (sömürgeciliğin) oyunları bozulmuştur.
    5)Birçok devlet tarafından imzalanan ve günümüzde de geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır.
    6)Osmanlı Devletinden kalan asırlık sorunlar da ortadan kaldırılmıştır.

    MUSTAFA KEMAL’E SUİKAST GİRİŞİMİ: (16 HAZİRAN 1926)
    CUMHURİYET REJİMİNE VE DEVRİMLERE KARŞI OLANLAR ile İTTİHAT ve TERAKKİCİLERİN SON TEMSİLCİLERİ TARAFINDAN MUSTAFA KEMAL’İ ÖLDÜRMEK AMAÇLI DÜZENLENEN SUİKASTTIR.
    Mustafa Kemal’in 16 Haziran 1926’da İzmir’e yapacağı gezi sırasında gerçekleştirmeyi planlamışlardır.Gezinin bir gün ertelenmesi üzerine suikast planı İzmir valiliğine duyurulmuş,suçlular yakalanmış ve İzmir ve Ankara’da kurulan İstiklal mahkemelerinde yargılanmışlardır.
    Mustafa bu olaydan sonra “Benim naçiz vücudum,bir gün elbet toprak olacaktır,fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır” diyerek rejimin sadece kendi kişiliği ile bağlantı olmadığını,kökleşmiş olduğunu vurgulamak istemiştir.
    (SUİKAST PLANINI;Eski milletvekillerinden Ziya Hurşit,Saruhan milletvekili Şükrü,Eskişehir milletvekili Arif ile bazı ittihatçılar hazırlamışlardır.Suikastçıları Sakız adasına kaçıracak olan motorcu GİRİTLİ ŞEVKİ ihbar etmiştir.)
    SERBEST CUMHURİYET FIRKASI: (12 AĞUSTOS 1920)
    KURULUŞ NEDENLERİ:
    1)Değişik kesimlerin görüşlerinin TBMM’ de temsil edilmesi gereği ve demokratik hayata tam olarak geçmek,
    2)Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılması üzerine TBMM’ de tek parti olarak Cumhuriyet Halk Partisinin kalması,hükümetin denetlenmesi ve eleştirilmesi olanağını ortadan kaldırıyordu.
    3)1929 yılında tüm dünyayı saran ekonomik bunalım Türkiye’yi de etkilemişti.İktidara yeni kadroların gelmesi,yeni çözümleri de getirebilirdi.
    Bu nedenlerle Mustafa Kemal,güvendiği arkadaşı Fethi Okyar’a yeni bir parti kurmasını teklif etti.Kurulan bu partinin programında CHP’nin programından farklılıklar vardı.Bunlar:
    Ekonomide LİBERALİZM’ İN benimsenmesi idi.
    Seçimlerin tek dereceli olmasını istiyordu.
    Ancak bir süre sonra Serbest Cumhuriyet Fırkası da amacından uzaklaştı.REJİME ve ATATÜRK’ e karşı olanların sığındığı bir yer haline geldi.Parti teşkilatı gericilerin eline geçti ve dinsel gösteriler yapılmaya başlandı.Fethi Bey bir ayaklanma çıkmasından korkarak partiyi 18 ARALIK1930’da kapattı.
    SONUÇLARI:
    1-LAİKLİK İLKESİNİN YETERİNCE ANLAŞILMADIĞI VE YERLEŞTİRİLEMEDİĞİ ANLAŞILDI.
    2-HALKIN CAHİL OLMASI VE YAPILAN DEVRİMLERİ ANLAYIP ÖZÜMSEMEMESİ,GERİCİ VE TUTUCU ÇEVRENİN İŞİNE YARADI.KURULAN YENİ PARTİLER BU ÇEVRELERİN ODAKLANDIKLARI YERLER OLDU.BU PARTİLERİ KULLANARAK AYAKLANMALAR ÇIKARDILAR.

    MENEMEN OLAYI:(23 ARALIK 1930)
    Serbest Cumhuriyet Partisinin kurulması ile etkinliklerinin arttıran gericilerin en yoğun çalışma yaptıkları yer EGE BÖLGESİ olmuştur.NAKŞİBENDİ TARİKATI liderlerinden DERVİŞ MEHMET,23 ARALIK 1920’ de MENEMENDE dini ayaklanma çıkarmış,bu ayaklanmayı bastırmaya çalışan genç yedeksubay (öğretmen) KUBİLAY şehit edilmiştir.Ordu olaya el koymuş,bölgede sıkıyönetim ilan edilerek isyan bastırılmış ve isyancılar İSTİKLAL MAHKEMELERİNDE yargılanmışlardır.
    *** BU İSYAN ŞEYH SAİD İSYANINDAN SONRA LAİK DEVLET DÜZENİNİ YIKMAYA YÖNELİK İKİNCİ BÜYÜK AYAKLANMADIR.

    HUKUK ALANINDAKİ DEVRİMLER:
    1-ANAYASA’NIN KABULÜ(1921-1924 ANAYASALARI)
    2- MEDENİ KANUNUN KABULÜ
    3-BORÇLAR,İCRA ve İFLAS YASALARI,CEZA YASASI.
    HUKUK ALANINDA DEVRİM YAPILMASININ NEDENLERİ:
    1-Osmanlı hukuk anlayışının modern yaşama uygun olmaması ve çağdaş hukuk düzeyine ulaşılmak istenmesi,
    2-Osmanlı hukuk sisteminde cinsiyet ayrımının olması,hukuk alanında eşitlik sağlanmak istenmesi.
    3-Türkiye Cumhuriyeti’nin LAİK devlet temeline oturtulmak istenmesi.

    TEŞKİLAT-I ESASİYE(1921 ANAYASASI):
    TBMM açılarak yeni bir devlet kurulmuştur.1.İnönü Savaşından sonra kabul edilmiştir.Olağanüstü bir dönemde bağımsızlık ön planda tutularak hazırlanmıştır.Kuvvetler birliği ilkesi uygulanmış,kararlar meclis içinden çıkan hükümet tarafından alınmıştır.Savaş dönemi bitince bu anayasa ihtiyaçlara cevap vermemeye başlamıştır.
    1924 ANAYASASI:
    Rejimin belirlenmesi sonrasında 1921 anayasasına bazı yeni maddeler ilave edilmiştir.Daha kapsamlı bir anayasa yapmak için çalışmalara başlandı.20 NİSAN 1924’ de yeni anayasa yürürlüğe kondu.
    Bu anayasaya göre:
    1-Türkiye;Cumhuriyet’le yönetilir.
    2-Türkiye’nin resmi dili TÜRKÇE,başkenti ANKARA ve dini İslam’dır.(Halkın yenilikleri tepki ile karşılaması nedeniyle DİN belirtilmiştir.
    3-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
    4-Cumhurbaşkanı Meclis tarafından 4 yıllık süre için bir kereden fazla seçilebilir.
    5-Güçler birliği kabul edilecektir.
    6-Seçmen yaşı 18 olup,40 bin kişi bir milletvekili seçecektir.
    **Bu anayasada da zaman içinde bazı değişiklikler yapılmıştır.
    BU DEĞİŞİKLİKLER:
    1-1928’ de anayasa’dan “DEVLETİN DİNİ İSLAM’DIR” maddesi çıkarıldı.(Anayasa LAİKLEŞTİ.)
    2-Kadınlara 1930’da BELEDİYE SEÇİMLERİNE KATILMA ,1933’de MUHTAR,1934’ de MİLLETVEKİLLİĞİ SEÇME ve SEÇİLME hakları tanındı.
    3-Seçmen yaşı 22’ye çıkarıldı.
    4-1937 yılında ATATÜRK İLKELERİ anayasaya kondu.( Altı ilke)
    5-1945 yılında anayasa dili TÜRKÇELEŞTİRİLDİ.
    ***Bu anayasa 1961 yılına kadar yürürlükte kaldı.

    1961 ANAYASASI:
    1960 İHTİLALİ sonrası halk oyuna sunularak kabul edildi.
    1- GÜÇLER AYRILIĞI ilkesi kabul edildi.
    2- İKİLİ MECLİS SİSTEMİ benimsendi.( MİLLET MECLİS ve CUMHURİYET SENATOSU olmak üzere)
    3- ANAYASA MAHKEMESİ kuruldu.
    4- Cumhurbaşkanı 7YILLIK bir süre için TBMM tarafında bir kez seçilecektir.
    1982 ANAYASASI:
    1980 ihtilali sonrası halk oyuna sunularak kabul edilmiştir.
    1-Tek meclis sistemi kabul edilmiştir.
    2- Seçimlerin beş yılda bir yapılması kabul edilmiştir.
    ****1921,1924,1961,1982 anayasalarında ULUSAL EGEMENLİK,TBMM’ nin ÜSTÜNLÜĞÜ,SAVAŞA ve BARIŞA KARAR VERMESİ,YASA YAPMA YETKİLERİ HİÇ DEĞİŞMEDEN GÜNÜMÜZE KADAR GELMİŞTİR.

    TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN KABULÜ ( 17 ŞUBAT 1926/4 EKİM’ de yürürlüğe girmiştir.)
    KABUL EDİLME NEDENLERİ:
    1-Yeni kurulan Türk Devletinin din toplumu yani ÜMMETÇİLİK değil,ULUSÇULUK esaslarına göre kurulması.
    2-Hukuktaki ikiliği ortadan kaldırmak
    3-İslam dininin ilkelerine dayalı Osmanlı medeni yasası olan MECELLE’ nin SORUNLARI ÇÖZMEDE YETERSİZ KALMASI.
    4-Gayrimüslimlere tanınan hukuksal ayrıcalıkların sona erdirilmek istenmesi.
    *****1924’ten itibaren çalışmalar sonucunda İSVİÇRE MEDENİ KANUNU bazı değişikler ile örnek alınmıştır.(O dönemde Avrupa’daki en son anayasa olması ayrıca sorunların akılcı ve pratik bir şekilde çözülmesi gibi nedenlerle örnek alınmıştır.
    İsviçre’den BORÇLAR,İCRA ve İFLAS YASASI,
    İtalya’dan CEZA YASASI,
    Değişik Avrupa ülkelerinden derlenerek TİCARET YASASI alındı.
    Kadınlar her mesleğe girebilme,boşanma,miras,resmi nikah,seçme-seçilme,mahkemelerde eşitlik gibi haklara kavuştu.
    Patrikhanelere tanınan hukuksal ayrıcalıklar sona erdirildi.
    Hukuk yapısı çağdaş,laik ve demokratik şekle dönüştürüldü.
    EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER:
    Nedenleri:
    1-Osmanlı Devletinde Eğitimde birlik beraberlik yoktu.Değişik eğitim kurumlarından farklı görüşlere sahip kuşaklar yetişiyordu.Kültürel çatışma vardı.En yaygın eğitim kurumu olan Medreseler büyük ölçüde bozulmuştu.
    2-Eğitim sistemi dinsel temellere dayanmaktaydı.
    3-Zararlı ve bölücü çalışmalar Azınlık okullarının denetimi yoktu.
    4-Mustafa Kemal,eğitimin devletin temel görevlerinden biri olduğu için eğitimi çağın koşullarına göre düzenlemek,laik,bilimsel gelişimleri takip etmek için çalışmaları başlatmış,Halifeliğin kaldırıldığı gün TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNUNU (3 MART 1924) çıkararak eğitimde ilk ve en önemli adım atılmıştır.Bu yasa ile ;
    1-Eğitim ve öğretimde birlik sağlandı.
    2-Ülkedeki tüm eğitim kurumları,yeni kurulan Milli Eğitim Bakanlığının denetimine girdi.
    3-Çağdaş eğitimin esasları belirlendi.
    4-Kız ve erkek çocukları için ilköğretim zorunlu hale getirildi.
    5-Bu yasaya bağlı olarak Medreseler kaldırıldı.
    6-1933’ te İstanbul Üniversitesi açıldı.
    &
    MİLLİ EĞİTİMİN GÖZETECEĞİ ESASLAR:
    1-Öğretim birliğinin sağlanması,
    2-Karma eğitim yapılması
    3-İlköğretimin zorunlu ve parasız olması,
    4-Öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesi,
    5-Öğretim programlarının,sosyal hayatın ve çağın gereklerini karşılaması,
    6-Eğitim programlarının milli ve bilimsel olması,
    7-Eğitim ve öğretimde disiplinin sağlanması.
    &
    HARF İNKILABI: (1 KASIM 1928)
    Tarih boyunca Türkler farklı yazılar kullanmışlardır.Orta Asya’da yaşayan Türkler kendi dillerine uygun UYGUR ve GÖKTÜRK alfabelerini kullanmışlardı.İslamiyet’i benimsemelerinden sonra Arap kültürünün etkisiyle ARAP ALFABESİNİ benimsediler.
    ARAP ALFABESİNİN KALDIRILMA NEDENLERİ:
    1)Arap alfabesi Türk diline uygun değildi.Arap harfleri,Türkçe’nin ses yapısına uymuyordu,Türkçe’deki bazı seslerin karşılığı Arapça’da yoktu.
    2)Yazma ve okuma arasında farklılıklar vardı.
    3)Öğrenmesi zordu.Okunabiliyor ancak anlamı anlaşılmıyordu.Bu nedenlerle okuma yazma oranı çok düşüktü.Toplum bilgi ve kültür yönüyle geriydi.
    4)Türk dili ve edebiyatı gelişmemişti.
    Oluşturulan komisyonlar ve yapılan araştırmalar sonucu Türkçe’ye en uygun alfabe olarak LATİN ALFABESİNİ benimsendi.Yapılan küçük değişiklikler ile Türk alfabesi olarak kabul edildi (1 Kasım1928).
    SONUÇLARI:
    1-Okur-yazar oranı arttı.
    2-Türk dili ve edebiyatı gelişti.Düşünceler tam ve doğru olarak ifade edilebildi.
    3-Halkın eğitim,kültür alanlarında ilerlemesi sağlandı.
    4-Kitap basımı ve satışında büyük artış sağlandı.
    Bu yenilik ile doğu kültüründen batı kültürüne geçiş sağlandı.Mustafa Kemal,BAŞÖĞRETMEN sıfatıyla yeni harflerin halka öğretilmesinde önemli bir rol oynadı.
    &
    TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI:(12 NİSAN 1931)
    Nedenleri:
    1-Osmanlı Devleti döneminde,tarih anlayışı olarak Osmanlı saltanat tarihi ve İslam dininin tarihi öğretiliyordu.Esas kökenimizi oluşturan Orta Asya Türk Tarihi araştırılmamıştı.Hatta Türklerin İslamiyet’e yararlarından bile söz edilmiyordu.
    2-Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise MİLLİYETÇİLİĞİ temel ilkelerden biri olarak benimsemişti.Geçmişimiz tam ve doğru olarak araştırılmalarıydı.Mustafa Kemal,bu konuda “Büyük devletler kuran atalarımız,büyük ve güçlü uygarlıklara da sahip olmuştur.Bunu aramak ve incelemek Türklüğe ve dünya’ya bildirmek bizler için borçtur” diyordu.
    SONUÇLARI:
    1-Türklerin nereden geldikleri,kurdukları devletler ve kültürleri hakkında araştırma yapmak için TÜRK TARİH KURUMU kuruldu.
    2-Araştırmalar sonucunda Türk tarihi ile ilgili çeşitli eserler yazıldı.(AFET İNAN bu konuda çok çaba harcamıştır.)
    TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI:(12TEMMUZ 1932)
    NEDENLERİ:
    1-Osmanlı Devletinde dil birliği yoktu.Devletin resmi dili OSMANLICA idi.Arapça+Farsça+Türkçe’nin karışımından oluşmuştu.Halk ise Türkçe konuşuyordu.Böylece halk ile aydınlar arasında dil kopukluğu meydana gelmişti.Türkçe konuşan halk kültürsüz kesim olarak nitelendiriliyordu.
    2-Bilim ve edebiyat dilinin de Arapça ve Farsça olması Türk dilini ve edebiyatını geriletiyordu.
    3-Tanzimat döneminden sonra ise yurt dışına eğitime gidenler ve açılan azınlık okulları nedeniyle AYDINLAR ARASINDA Fransızca ön plana çıktı.
    4-Eğitimde nasıl birlik yoksa,dilde de birlik yoktu.
    DİL DEVRİMİNİN AMAÇLARI:
    1-Türkçe’yi Arapça,Farsça,Fransızca ve diğer yabancı kelime ve deyimlerden temizlemek,
    2-Türkçe’yi kaynaklardan yararlanarak araştırmak,zenginleştirmek,
    3-Türkçe’nin BİLİM ve EDEBİYAT DİLİ şekline dönüşmesini sağlamak,
    4-Türkçe’yi evrensel bir dil şekline dönüştürmek.
    **Atatürk’ün de katıldığı DİL KURULTAYLARI sonucunda TÜRK DİL KURUMU kuruldu.
    (12 TEMMUZ 1932)
    *****Türk Tarih Kurumunun kurulması,Türk Dil Kurumunun kurulması “MİLLİYETÇİLİK “ ilkesi ile doğrudan ilgilidir.
    TOPLUMSAL ALANDAKİ DEVRİMLER:
    Nedenleri:
    1-Devlet ve hukuk düzeninin laikleştirilmesi toplumsal yaşayışı da etkileyecektir.Laikleşmenin daha hızlı gerçekleşebilmesi için günlük yaşantımızı ilgilendiren kurumların kaldırılmasını da gerekli kılmıştır.
    1-Kılık-kıyafetin düzenlenmesi (Şapka devrimi) ( 25 KASIM1925)
    2-Tekke ve zaviyelerin Kapatılması (30 KASIM 1925)
    3-Takvim,Saat ve Ölçülerde değişiklik
    4-Soyadı Yasası (21 HAZİRAN 1934)
    KILIK-KIYAFETİN DÜZENLENMESİ (ŞAPKA KANUNU/GİYSİLERDE YENİLİK)
    (25 KASIM1925)
    Nedenleri:
    1-Osmanlı Devletinde diğer alanlarda olduğu gibi giysi birliği de yoktu.2.Mahmut döneminde birtakım değişiklikler yapıldıysa da olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır. Örneğin “FES” giyilmeye başlanmıştı.Fesin giyilmesi içeride dini açıdan olumsuz gelişmelere yol açtığı gibi,Avrupa’da ise gericiliğin sembolü olarak kabul ediliyor,Türk halkı küçümseniyordu.Aynı zamanda ülkemizde fesin üretilemeyişi Osmanlı parasının dışarıya çıkmasına yol açıyordu.
    2-Osmanlı devleti çok uluslu olduğu için farklı din ve inançlar bulunuyordu.Bunların hepsinin giysiler farklıydı.Dinler giysilerle ayırt edilebiliyordu.Ayrıca giysilerde bölgesel farklılıklarda vardı.
    3-Kadınlarımızın giysileri toplumda onları ikinci sınıf vatandaş yapıyordu.Türk kadını da bu toplumun bir bireyiydi ve çağdaş bir görünüme bürünmesi gerekliydi.
    Mustafa Kemal,bizzat Kastamonu’ya giderek şapka takarak batı tarzı giysilerle halkına örnek oldu.Çıkarılan Şapka Kanunu ile Türk erkeklerinin şapka giymesi zorunlu hale getirildi.Türk kadınına da hiçbir zorlama getirilmediği halde zamanla onlarda çağdaş bir görünüme büründüler.
    **** Ayrıca 1934’ de çıkarılan yeni bir yasa ile dinsel kıyafetleri sadece ibadet yerlerinde giyilebileceği ve her dinin en üst düzey görevlisinin bu yasanın dışında tutulması kabul edildi.(Örneğin; DİYANET İŞLERİ BAŞKANI,FENER RUM PATRİĞİ,ERMENİ PATRİĞİ, HAHAMBAŞI gibi.)

    ***AMAÇ;Giyim ve kuşamdaki karışıklığa son verip,birlik ve beraberliği güçlendirmekti.Yeni giysiler batı özentisi değil,özgürlük ve çağdaşlığın sembolü idi.Laikliğe aykırı görüntüleri silmekti.
    TEKKE VE ZAVİYELERİN KAPATILMASI: (30 KASIM 1925)
    Nedenleri:
    1-13.yy’ da halka yararlı olan (Hoşgörü ve Tanrı sevgisini aşılayan MEVLEVİLİK, BEKTAŞİLİK, YUNUS EMRE TEKKELERİ gibi..)tekke ve zaviyeler zamanla hem halkı sömüren hem de siyasete karışan yön veren halkı kışkırtıp,isyanlara neden olan yerlere dönüştü.
    2-Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu kurumlar REJİM KARŞITI ÇALIŞMALARIN MERKEZİ şekline dönüştü. (ŞEYH SAİT ve MENEMEN İSYANLARININ çıkmasında etkili oldular.)Bunun üzerine Mustafa Kemal,” TÜRKİYE CUMHURİYETİ ŞEYHLER,DERVİŞLER,MÜRİDLER ÜLKESİ OLAMAZ” diyerek bu konudaki devrimin zorunluluğunu belirtmiştir.
    *****30 KASIM 1925’ de tekke ve zaviyeler kapatılmış,türbeler yeniden düzenlenmiştir.Ayrıca SEYH,DERVİŞ,MÜRİD gibi ünvanlar,falcılık,muskacılık yasaklanmıştır.
    ****Bu devrim LAİKLİK ilkesi ile ilişkilidir.
    &
    TAKVİM,SAAT ve ÖLÇÜLERDE DEĞİŞİKLİK:
    Nedenleri:
    1-Osmanlı Devletinde HİCRİ ve RUMİ olmak üzere iki takvim kullanılıyordu.Bu durum karışıklıklara yol açıyordu.Batı’da MİLADİ TAKVİMİN kullanılması nedeniyle batı ile ilişkilerimizde karışıklık yaratıyordu.
    26 ARALIK 1925’ te çıkarılan yasa ile MİLADİ TAKVİM ve ULUSLAR ARASI SAAT sistemi kabul edildi.1OCAK 1926 tarihinden itibaren kullanılmaya başlandı.
    20MAYIS 1928’ de ULUSLAR ARASI RAKAMLAR kabul edildi.
    2-Osmanlı Devletinde kullanılan ve ülke içinde ekonomik karışıklığa neden olan ARŞIN,ENDAZE ve OKKA yerine 1 NİSAN 1931’ de METRE,GRAM gibi modern ölçüler kabul edildi.
    27 MAYIS 1935’de hafta tatili;PAZAR GÜNÜ olarak kabul edildi.
    &
    SOYADI KANUNU: ( 21 HAZİRAN 1934)
    Nedenleri:
    1-Osmanlı Devletinde kişilerin LAKAP,UNVAN,BABA ADI ve DOĞDUKLARI YERLER ile tanımlanmaları EĞİTİM,ASKERLİK,TAPU ve MAHKEMELERDE karışıklıklara yol açıyor,kişiler tam olarak ayrıştırılamıyordu.
    Çıkarılan yasa ile her vatandaşın öz adı dışında SOYADI olması zorunlu hale getirildi.Alınan soyadları Türkçe olacak,gülünç ya da ahlaka aykırı kelimeler olmayacaktır.
    *****24 KASIM 1934’ te halkımız meclis ararcılığı ile Mustafa Kemal’e “ATATÜRK”SOYADINI VERMİŞTİR.
    27 KASIM 1934 ‘te AĞA,HACI,HAFIZ,MOLLA gibi toplumda zümre ve sınıf ayrılıkları oluşturabilecek ünvanların kullanılması yasaklanmış
    LAİKLİKLE İLİŞKİLİ DEVRİMLER ve KRONOLOJİK SIRALAMALARI:
    1)SALTANATIN KALDIRILMASI : 1Kasım1922 ( Aynı gün ŞEYHÜLİSLAMLIK kaldırılmıştır.)
    2)HALİFELİĞİN KALDIRILMASI: 3 Mart 1924 (Laikliğin önündeki en önemli engeldir)
    3)TEVHİD-İ TEDRİSAT YASASI: 3 Mart 1924
    4)ŞERİYE ve EVKAF VEKALETİ’ nin kaldırılması: 3 Mart 1924 ( Yerine DİYANET İŞLERİ ve VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ kurulmuştur.)
    5)TEKKE ve ZAVİYELERİN KAPATILMASI: 30 Kasım 1925
    6)TÜRK MEDENİ KANUNU’ nun KABULÜ: 17 Şubat 1926
    7)MAARİF TEŞKİLATI HAKKINDA KANUN : 1Mart 1926 (İlk ve ortaöğretimde düzenlemeler yapılmıştır.)
    8)ANAYASANIN LAİKLEŞMESİ: 10 Nisan 1928 (“Devletin dini İslam’dır” maddesi kaldırıldı.)
    9)1934’ te çıkarılan yasalar ile DİNSEL GİYSİLERİN ibadet yerleri dışında giyilmesinin yasaklanması,ŞEYH,DERVİŞ,MÜRİD gibi ünvanların yasaklanması.
    10)LAİKLİĞİN 5 ŞUBAT 1937 ‘DE ANAYASA MADDESİ OLARAK KABUL EDİLMESİ
    ( ATATÜRK İLKELERİNİN ANAYASA MADDESİ OLARAK KABUL EDİLMESİ.)
    11)1982 ANAYASASININ İKİNCİ MADDESİNDE “TÜRKİYE CUMHURİYETİ LAİK,DEMOKRATİK ve SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİDİR” maddesi kabul edildi ve DEĞİŞTİRİLEMEYECEK MADDELERDEN biri oldu.
    &
    EKONOMİK ALANDAKİ DEVRİMLER:
    NEDENLERİ:
    1-Osmanlı Devletinde Duraklama döneminden itibaren ekonomik sorunlar büyümüş,son dönemlerinde ise dışa bağımlı hale gelinmiştir.Sanayi inkılabı gerçekleştirilemediği için,Osmanlı Devleti Batı’nın açık pazarı ve hammadde kaynağı şekline dönüşmüştür.
    2-1854 (Kırım Savaşı sırasında İngiltere’den borç alındı)’ten itibaren dış borçlar ödenemediği için alacaklı devletler borçlarını almak için DUYUN-U UMUMİYE İDARESİ (Genel Borçlar İdaresi)’ni kurmuşlardır.Osmanlı Devletinin gelirleri bu kuruluş tarafından alınmaya başlamış,Osmanlı Devleti üzerinde MALİ DENETİM OLUŞMUŞTUR.
    3-Osmanlı’nın katıldığı savaşlar (TRABLUSGARP,BALKAN ve 1.DÜNYA SAVAŞI) ekonomiyi olumsuz etkilemiştir.
    4-Kurtuluş Savaşında bütün bu olumsuzluklara rağmen eldeki ekonomik güç büyük ölçüde savunma için harcanmıştır.Bu durumlar,ekonomik alanda ciddi kararlar almayı zorunlu kılmıştır.
    5-1 MART 1922 ‘den itibaren ekonomi ile ilgili kararlar alınmaya başlanmıştır.Bunlar;
    * Lozan Barış Antlaşmasından önce 17 ŞUBAT 1923’ te İŞÇİ,TÜCCAR,ÇİFTÇİ ve SANAYİCİ kesimi olmak üzere 1135 kişinin katılımı ile İZMİR İKTİSAT KONGRESİ düzenlenmiştir.
    (17 Şubat-4 Mart 1923)
    Kongrede Mustafa Kemal,siyasi ve askeri başarılar ne kadar büyük olursa olsun EKONOMİK BAĞIMSIZLIK olmadan bu başarıların kısa zamanda yok olacağı üzerinde durmuştur.
    KONGREDE ALINAN KARARLAR:
    1-Bu kongrede “MİSAK-I İKTİSADİ” (Ekonomi andı) kararı benimsenmiş ve ekonomik bağımsızlıktan ödün verilmeyeceği belirtilmiştir.
    2-Hammaddesi yurt içinde bulunan veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulmalıdır.
    3-Yabancı tekellerden kaçınmalıdır.
    4-Devlet,özel sektörün yatırım yapmadığı alanlarda çalışmalar yapmalıdır.
    SONUÇLAR:
    Ekonomik gelişmemiz ve kalkınmamız ULUSAL BAĞIMSIZLIĞIMIZ İÇİNDE SAĞLANACAKTIR.
    Ekonomide DEVLETÇİLİK İLKESİ uygulanacaktır.Ekonomimizin gelişmesi için ÖZEL TEŞEBBÜSLERE yardım edilecek,özel girişimlerin başaramadığı ekonomik çalışmalar DEVLET eliyle gerçekleştirilecektir.
    Ekonominin gelişmesi için PLANLI EKONOMİ uygulanacaktır.(1933 yılında sanayinin devlet eliyle kurulmasını sağlayacak 1.BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI kabul edildi.)
    Ekonomik bağımsızlığa kavuşmak için LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASINDA KAPİTÜLASYONLAR kaldırıldı.

    TARIM ALANINDAKİ GELİŞMELER:
    Osmanlı Devletinde halkın çoğunluğu ,geçimini tarım ile sağlıyordu.Ancak ağırlaşan vergiler,savaş ve benzeri durumlar halkın bu alandaki sorunlarını iyice arttırmıştır.
    1-Köylünün durumunu iyileştirmek için üzerinde ağır bir yük olan AŞAR VERGİSİ 1925 yılında kaldırıldı.Bu kararla devlet büyük bir gelir kaynağından vazgeçmiş,ancak ekonomik açıdan rahatlayan köylü üretimini arttırmıştır.
    2-Ziraat Bankasının uzun vadeli faizsiz kredi vermesi sağlandı.
    3-Devlet üretme çiftlikleri kuruldu.
    4-Köylüye tohum ve tarım makinaları yardımı yapıldı.
    5-Hayvancılığın gelişmesi için VETERİNER FAKÜLTESİ açıldı.
    6-Köylünün ürünleri aracısız ve değerine satabilmesi için TARIM KREDİ KOOPERATİFLERİ kuruldu.
    7-Ucuz tohum sağlanması,tahılların depolanması ve tarımsal hastalıklarla mücadele için YÜKSEK ZİRAAT enstitüsü kurulmuş,daha sonra ZİRAAT FAKÜLTESİNE dönüştürülmüştür.
    8-Çay,turunçgiller ve şeker pancarı gibi önemli ürünlerin yetişmesi sağlanmıştır.
    9-Topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak için TOPRAK REFORMUNA gidilmeye çalışılmış,1929’ da ilk denemesi yapılmasına rağmen,bu karar başarıya ulaşamamıştır.
    TİCARET ALANINDAKİ GELİŞMELER:
    Osmanlı Devletinde ticaret,azınlıklar ve yabancı devletler tarafından yapılmaktaydı.Lozan Antlaşmasında kapitülasyonların kaldırılması nedeniyle ULUSAL TÜRK TİCARETİNİN yaratılması için çalışmalar yapıldı.Bunlar:
    Yerli tüccarı güçlendirmek ve kredi sağlamak amacıyla ilk özel bankamız olan İŞ BANKASI kuruldu.(1924)
    1925’ te TİCARET ve SANAYİ ODALARI kuruldu.
    1926 ‘da Türk denizlerinde gemi işletme hakkının yalnız Türkiye’ye verildiği KABOTAJ YASASI çıkarıldı.(Kapitülasyonların uzantısı da ortadan kalkmış oldu.
    Yabancıların kurduğu ticaret işletmeleri ULUSALLAŞTIRILDI.
    SANAYİ ve MADENCİLİK ALANINDAKİ GELİŞMELER:
    Osmanlı Devleti,kapitülasyonlar ve sermayenin,yetişmiş insan gücünün olamayışı gibi birçok nedenle sanayi kurulamamıştı.Bu durum yıkılışının en önemli nedenlerinden biri olmuştur.Dışarıya bağımlı olmaktan kurtulup,ulusal ekonominin kurulması için şunlar yapılmıştır.
    Özel sektörün yatırım yapmasını sağlamak amacı ile “TEŞVİK-İ SANAYİ KANUNU” çıkarıldı.(28 Mayıs 1928)Ancak bu yasa ALT YAPININ OLMAYIŞI,YETİŞMİŞ ELEMANIN OLMAMASI,YETERLİ ve BÜYÜK SERMAYENİN olmaması VE DÜNYADAKİ EKONOMİK BUNALIMLAR nedeniyle başarısız olunmuştur.
    Yalnızca bazı dokuma atölyeleri oluşturulmuş ve UŞAK’ ta ŞEKER FABRİKASI kurulmuştur.
    Atatürk,farklı EKONOMİK GÖRÜŞLER getirilsin diye “ SERBEST CUMHURİYET PARTİSİ” nin kurulmasını sağlamış ancak sonuç alınamamıştır.
    Devlet,üç beyaz( un,şeker,pamuk) ve üç siyah (kömür,demir,akaryakıt)projelerine vermiştir.
    1.BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI(1933) hazırlanarak uygulamaya konulmuştur.SÜMERBANK ve ETİBANK’ ında desteğiyle KAĞIT,DERİ,DEMİR-ÇELİK,DOKUMA gibi çeşitli alanlarda fabrikalar kuruldu.( DEVLETÇİLİK İLKESİ resmen uygulamaya kondu ve Türkiye kalkınmada dünyada ÜÇÜNCÜ sırayı aldı.
    2.BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI 2.DÜNYA SAVAŞI nedeniyle uygulanamamıştır.
    Sanayileşmeye paralel olarak maden işletmeciliğine yönelmek gerekiyordu.Bu amaçla MADEN TETKİK ve ARAMA ENSTİTÜSÜ kuruldu.

    ULAŞIM-SAĞLIK ve BAYINDIRLIK ALANINDAKİ UYGULAMALAR.
    1-Osmanlı Devleti döneminde bayındırlık alanlında ANADOLU ihmal edilmiş,RUMELİ ve ARAP ülkelerine önem verilmiştir.Cumhuriyet döneminde sanayileşme ile birlikte Anadolu bayındır hale gelmeye başladı,yakılan,yıkılan kentler devlet eliyle yeniden kuruldu.
    2-Ekonomik alanlarda başarı sağlanması için ulaşıma önem verilmesi gerekliydi.Bu nedenle DEMİRYOLLARI ve karayolları yapımına önem verildi.(1927)
    3-Denizciliğin gelişmesi için DENİZBANK(1938),DEVLET DENİZ YOLLARI UMUM MÜDÜRLÜĞÜ (1939) ve DENİZCİLİK BANKASI (1952) kuruldu.TÜRK HAVA KURUMU aracılığı ile havacılığa önem verildi.
    4-TBMM’ nin açılmasından itibaren sağlığa önem verildi.2 MAYIS 1920’ de SAĞLIK ve SOSYAL YARDIM BAKANLIĞI kuruldu.Sağlık okulları açıldı.Hastane ve hekim sayısı arttırıldı.ÇOCUK ESİRGEME KURUMU,YEŞİLAY,KIZILAY kuruldu.Sıtma,Frengi,Verem gibi hastalıklarla mücadele edilmeye başlandı.
    TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ:
    BALKAN ANTANTI : (9ŞUBAT 1934)
    1933 yılında ALMANYA ve İTALYA güçlenerek yayılmacı bir politika izlemeye başladılar.Bu durum üzere tehlike altına giren BALKAN ÜLKELERİ ararlarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak bu iki devlete karşı bir birlik oluşturma yoluna gittiler.
    TÜRKİYE,YUNANİSTAN,ROMANYA ve YUGOSLAVYA bir araya gelerek sınırlarının güvenliğini sağlamak,ekonomik ve kültürel ilişki kurmak amacıyla bu birliği oluşturdular.
    &
    SADABAT PAKTI (8 TEMMUZ1937)
    Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler 1934 yılında İran Şahı PEHLEVİ’ nin Türkiye’yi ziyaret etmesiyle gelişmiş ve bu gelişme SADABAT PAKTININ yapılmasına yol açmıştır.
    Bu paktın amacı:
    Yakın doğuda barış ve güvenliği sağlamak amacıyla dünya barışına hizmet etmeyi amaçlıyordu.TÜRKİYE,İRAN,IRAK ve AFGANİSTAN arasında imzalanmıştır.